1 Aralık 2013 Pazar

ÜÇ FİLM DAHA :)

Burada havalar çok erken kararıyor ve dışarıda yapacak bir şey olmadığı için film, örgü, kitap ve dizi, sırayla ya da karışık beni eğlendiriyorlar :)
İlk filmimiz bir Kore filmi, Bin Jip, Türkçesi Boş Ev. Adından çok söz edilen bir film olduğu için aklımdaydı. Herkes Bin Jip süper, Bin Jip harika deyince ister istemez akılda kalıyor. Kötü bir film mi değil ama benlik pek değildi izlerken çok ara verdim ordan da beni sarmadığını anladım ama bitirdim yine de aferin bana :) Bir çocuk evlere ilan yapıştırıyor ve akşam o evleri tekrar dolaşıyor eğer ilan alınmamışsa evin boş olduğunu anlıyor ve o eve girip bir şeyler yiyor içiyor, çamaşırları falan yıkıyor, dergi okuyor sanki kendi eviymişcesine, artık ne tarz bir deliyse :) Birgün girdiği bir evde tam bu faaliyetlerini sürdürürken eşiyle tartışmış ve dayak yemiş bir kadının yani evin sahibesinin onu izlediğini fark ediyor. Kadın hiç ses çıkarmıyor, o arada eşi geliyor ve olaylar gelişiyor. Yani anlamsız bir film gibi geldi bana, mesajsız, öylesine çekilmiş ama yine de bilmem beğenenlerin vardır bir bildiği siz de bir bakın derim.

İkinci filmimiz bir Türk filmi, Vücut. Bir ara özellikle özel sahneleri olması nedeniyle çok konuşulmuştu. Zaten konuşulmasa şaşardım ki bence filmin konusuna göre gayet usturuplu olmuş sahneler. Hatice Aslan'ı yıllardan beri izliyorum ve onun güzelliği, oyunculuğu beni çok etkiliyor. Eski bir porno oyuncusu Leyla ile genç İzzet'in yolları kesişir. Film hayattan bir kesit sunuyor bize, olayların kesin bir sonlanması yok bize tahmin hakkı veriyor bu yönden güzel ama birkaç noktada eksiklik hissettim hikayede her ne kadar şimdi tanımlayamasam da öyle ama genel olarak güzel bir filmdi.
Son filmimiz biraz önce izlediğim ve çok beğendiğim Dilber'in 8 Günü. Yine ne izlesem krizlerine girmiştim ki gözüme bu film takıldı. Dur azıcık bakayım dedim sonra da aaa Mardin'e ne kadar benziyor diye düşünürken filmin Mardin'de çekilmiş olduğunu öğrendim. Güzel Dilber, çocukluk aşkı Ali'yle evlenme hayalleri kuruyordur. Ali'nin babası ise onu başka biriyle evlendirmeye karar vermiştir. Dilber bu işe karşı çıkar ama Ali de yanında durmayınca, dağın arkasından ilk gelen kişiyle evleneceğine dair yemin eder. İşte bu noktada dağların arkasından gelen Mehmet (Fırat Tanış) hikayeye dahil olur. Mehmet'in bacağı sakattır, kimsesi yoktur. Şimdiye kadar kimse ona kız vermemiştir. Teklifine olumlu yanıt alınca düşüp bayılır. Filmin başında bir mahkeme sahnesi vardı, tahminlerde bulundum o sahneyle ilgili sonra ilk tahminim değişti. Çok esaslı bir filmdi, insanın içini ısıtan. Kesinlikle izleyin derim. Sevgiler ve sendromsuz pazartesiler :)



25 Kasım 2013 Pazartesi

ÖĞRETMENLER GÜNÜ SÜRPRİZİM


Üç sene sonraki ilk öğretmenler günümdü dün... Telefonuma sabahtan itibaren bir sürü mesaj geldi öğretmenler günümü kutlayan meğerse insanın mesleğinin özel bir gününün olması ne de güzelmiş. Her kutlamada yüzüm biraz daha güldü :) Bugün de çocuklarım kutladılar öğretmenler günümü, bir tanesi mektup bile yazmış bana sevgilerini anlatan :) 
Şimdi de postumuzun konusu bu güzel kutunun hikayesini anlatayım. Sabah kargodan aradılar, Allah Allah dedim kimden ki eski iş yerimdeki arkadaşımın ismini söyleyince dedim acaba bir şeyim eksik diye telefonda ağlandım da onu mu gönderdi diye kendi kendime kızdım, sonra dünün öğretmenler günü olduğu aklıma geldi. Hocam dediler köye mi getirelim yoksa siz alır mısınız? Ben dedim hemen, alırım ben alırım :) Köye ancak yarın gelebilecekmiş hiç gerek yok ben gelirim dedim  içimden de zevkle diye ekleyerek :) Okul çıkışında gittim, kargomu teslim aldım. Yol boyunca kenarından köşesinden de dürtüklüyorum ne olduğunu anlamak için anlayamadım. Neyse dedim eve kadar sabret. Evde kutuyu açtığımda ne göreyim hepsinin üzerine küçük küçük notlar iliştirilmiş birbirinden güzel hediyeler. Çok güzel bir puzzle, iki tane kitap, kitaplarım için süslü ayraçlar, İstanbul motifli bir kalem ve kupa (özlediğimi hissetmişler galiba), bitki çayı içmeyi sevdiğimden kapaklı bir de kupa, parmağımdaki güzel romantik yüzük, cici cici küpeler, çorabımı bile unutmamışlar :) veee kısa kısa yazdıkları notlar ki onlar ayrı bir değerli... Yüzümde bir gülümseme ve gözümde yaşlar... Tekrar teşekkür ederim hepinize çok çok mutlu ettiniz beni.

21 Kasım 2013 Perşembe

ÜÇ FİLM


Son günlerde kendimi film izlemeye verdim. Yabancı dizi izlemekten film izlemeye vakit bulamıyordum çoktandır.
Kolera Günlerinde Aşk ilk filmimiz. Bence filmin ismi Sabreden Derviş Muradına Ermiş olabilirdi :) Gabriel Garcia Marquez'in kitabından uyarlanmış bir film. İsminde kolera geçiyor ama bence ismi farklı olabilirdi çünkü film boyunca kolera konusuna en fazla beş kez değinmişlerdir yani filme ismini verecek güçte değildi belki kitapta daha fazla yer verilmiştir bilemiyorum neyse filmin ismine çok taktığım burdan anlaşılıyor. Güzeller güzeli Fermina (ki bence Sanem Çelik'in ikiz kardeşi olabilir hatta izlemeye başladıktan sonra benzerliği görünce dedim acaba Sanem Çelik mi oynamış, ama o değilmiş) Florentino Ariza (Javier Bardem) bir yerde karşılaşıp aşık olurlar ve birbirleriyle mektuplaşmaya başlarlar bunu öğrenen kızın babası bu ilişkiyi onaylamaz ve kızını uzak bir yere gönderir. Fermina, yavaş yavaş Florentino'yu unutmaya başlar ama Florentino'da ise tam tersi bir durum söz konusudur. Sürekli Fermina'ya ulaşmaya çalışır. Fermina bir doktorla evlenir ama Florentino hayatı boyunca kimseyle evlenmez ve Fermina'nın onun olmasını sabırla bekler. Filmin görselliği çok güzeldi. Kahramanların yaşlılık halleri inanılmaz inandırıcıydı. Türkiye'deki sadece saça pudra dökülüp yüz aynı dirilikte bırakılarak yapılan yaşlandırma çabalarını izleyerek büyüdüğüm için bana epeyce bir çarpıcı geldi :) Bu arada, bu film, Gabriel Garcia'nın Hollywood'da yapılmış ilk roman uyarlamasıymış çünkü kendisi İspanyolca dışında başka bir dilde eserinin canlandırılmasını istemiyormuş.
 
 İkinci filmimiz Okuyucu... Filmde olgun bir kadınla (Kate Winslet) ergenlik dönemindeki bir çocuğun aşk hikayesi anlatılıyor. Kadının birgün ortadan kaybolmasından uzun bir süre sonra hukuk okuyan çocuğun onu bir mahkeme salonunda görmesiyle hikayemizde yeni bir boyut ortaya çıkıyor.

Son filmimiz dün izlediğim ve epey bir heyecanlandığım Oscar ödüllü film Argo. Film, 1980 yıllarında İran'da Şahın devrilip Amerika'ya sığınması ardından İran hükümetinin Şahın iadesini istemesi ve Amerika'nın bu isteği yerine getirmemesi üzerine Amerikan Konsolosluğunun basılmasıyla başlıyor. 60 kişi rehin alınırken 6 kişi farklı bir çıkıştan geçerek Kanada Konsolosluğuna sığınıyor. 6 kişinin orada olduğunu kimse bilmiyor. Bu 6 kişiyi gizlice kurtarmak için çeşitli planlar yapılıyor ancak CIA ajanı Tony Mendez'in  (Ben Affleck) aklına gelen plan mantıklı gelmese de kabul ediliyor. Gerçek bir hikayeden uyarlanma olduğunu film bittiğinde anladım o zamana kadar amaaan tipik Amerikan kurtarma operasyonu başarılı olunacak kesin falan dedim ama film süresince içimden kaç kere "hadi, hadiiii" demişimdir Allah bilir :) yani heyecanlı bir filmdi. Kesinlikle tavsiye edilir.


17 Kasım 2013 Pazar

ÖRGÜ BATTANİYE/ÖRTÜ MODELİ

Kışın geldiğini anlama yöntemlerimden birisi örgü örmeyi canımın istemesi :) Aslında mavi tondan kendime bir yelek yapmayı düşünüyordum ama sonra düşündüm tek renk çok sıkıcı olur diye, dedim birkaç renk daha alayım renkli bir panço yapayım (nerden nereye yani :) ). Sonra Nako'dan sipariş ettiğim yünler gelince panço için uygun renkler olmadığını düşündüm. İstediğim uyum yoktu renklerde ben de dedim motifli bir yelek yapayım :) Motiflere başlayınca ip kalın olduğu için biraz kaba durdu ben de en son evimize bir örtü yapmaya karar verdim. Şimdi motiflerim 18 tane oldu tabi uzun sürecek ama bence evlerde bu tür örtüler çok otantik ve hoş duruyor. Umarım kısa zamanda bitiririm ve son halini koyarım. Sevgiyle kalın, musmutlu pazarlar :)

16 Kasım 2013 Cumartesi

TÜRK FİLMLERİ

Çocukluğumdan beri Türk filmi izlemeye bayılırım. Önceden haftaiçi gündüz kuşağında böyle aptal saptal programlar yerine Türk filmleri verilirdi özellikle pazar günleri sabahtan akşama kadar çeşitli çeşitli Türk filmleri olurdu kanallarda. Ben de seçip beğenip izlerdim. Hülya Koçyiğitli Kezban filmleri, Ediz Hunlu romantik filmler, Metin-Zekili komedi filmleri... Eldeki az imkanlarla çekilmiş filmlerimiz hala fenomen bana göre ve günümüzde çok az film o zamanki filmlerle yarışabilir. 
Bugün sizinle özellikle etkilendiğim Türk filmlerini paylaşmak istedim. O zaman yolumuz uzun haydin başlayak :)
İlk filmimiz Türkan Şoray'ın başrolünü oynadığı Açlık filmi. Çocuk yaşta izlememe rağmen bende derin izler bırakmış bir filmdir. Türkan Şoray'ın oyunculuğu da bunda çok büyük bir payı var onu da söylemeden geçemeyeceğim. Bir kadın hem salon kadınlığını hem de köy kadınlığını ancak bu kadar güzel canlandırabilir. Filmimiz bir köyde geçiyor. Türkan Şoray ailesi tarafından zengin bir ailenin yanına veriliyor. Evin beyi (beyliği batsın) ona tecavüz ediyor. Ama tabii kimseye denmiyor bu. Sonra zamanı gelince onu köydeki biriyle evlendiriyorlar. Kocası son derece pısırık bir adam ve her iş Türkan Şoray'ın başında. İki tane çocukları oluyor. Köyde birden bir kuraklık başlıyor ve yiyecek bir şeyler bulamıyorlar. Türkan Şoray'ın çocuğunu oyalamak için tencereye soğan ve su koyup bak yemeğimiz birazdan olacak demesi beni en çok etkileyen sahnelerden birisi.

Şimdi yine çok başarılı bir oyuncu olan Hülya Koçyiğit'in rol aldığı Gelin filmi. Köyden gelen geniş bir aile bir bakkal dükkanı alarak İstanbul'da yaşamaya başlıyorlar. Hülya Koçyiğit'in oğlunun (Kahraman Kıral) kalbi delik ve tedavi olması gerekiyor ama dükkanın cazibesine kapılmış aile, Hülya Koçyiğit'in yardım çığlıklarını duymazdan geliyorlar.

Bir diğer filmimiz Kahraman Kıral, Tarık Akan ve Halit Akçatepe'nin oynadığı Canım Kardeşim. Bu filmi ağlamadan izlediğimi hatırlamıyorum. Babalarını kaybeden iki kardeş ve ağbinin arkadaşı arasında geçen bir film. Küçük çocuğun kanser olduğunun anlaşılması üzerine iki arkadaşın onu mutlu etmek adına yapmaya çalıştıkları duygusal bir şekilde anlatılmış.

Son olarak Hülya Avşar, Kenan Kalav ve Meral Orhonsoy'un başrollerini paylaştığı Tutku filmi. Anne ve kız, köyün yakışıklı genci Şerif Ali'ye aşık olur. Şerif Ali, her ikisine de mavi boncuk dağıtsa da asıl sevdiği kızdır. Hülya Avşar'ın buradaki saf ve duru güzelliği çok etkileyici ama annesi rolünde oynayan Meral Orhonsoy da çok çekici ve kadınsı. Yani kısacası Şerif Ali'nin yerinde olmak istemezdim :) Necati Cumalı'nın bir eserinden uyarlanmış bu filmi her seferinde beğenerek izlerim.

8 Kasım 2013 Cuma

ORGANİX ARGAN YAĞLI ŞAMPUAN VE SAÇ MASKESİ

Uzun zamandır saçlarım dökülüyor. Belki mevsimsel değişiklikler ya da stres bunun sebebi veya normaldir dökülen saç oranı ama çok gür saçlara sahip olmadığım için elime gelen saçlar beni hep tedirgin ediyordu. Bir de çocukluğumdan beri saçlarımın çok yavaş uzaması sıkıntılarımın arasında. Hep saçlarımı uzatmaya niyetlenirim ama sonra o kadar yavaş olur ki bu süreç ben de sıkılıp kestiririm. Geçen seneden beri saçlarımı uzatmaya çalışıyorum. Ama doğru düzgün yol kat edemedim. Zaten düzleştiriciyle yıprattığım saçlara bir de hafif balyaj attırınca, saçımın uçları yıprandı sonra dooooğru kuaföre benim üç ayda uzayan 1 cm'lik saçım kırıklar dolayısıyla gitti ve ben de aynı saç boyuyla kaldım. Napayım napayım derken google'a saç uzatan şampuan yazdım. Restorex ve Organix markaları öne çıktı. Her ikisini de araştırdığımda Organix aklıma daha çok yattı. Tabii bunda Organix'in doğal içerikli olması ve internette Organix hakkında genelde pozitif şeyler yazılması etkili oldu ve bir iki blogta gördüğüm, hızlı kargolamasıyla övülen site Dermomarket'ten şiparişimi verdim. Şampuan ve maskeyi aldığımda, argan özlü light kuru yağ hediye geldi. Merakla siparişimi beklemeye başladım. Cumartesi akşamüstü sipariş vermeme rağmen, pazartesi günü siparişin elimde olması beni çok mutlu etti ve çok şaşırttı ki genelde Midyat'a kargolar fazladan bir gün geç geliyor. Dermomarket bu bakımdan beni hayalkırıklığına uğratmadı. Neyse gelelim deneme safhasına, ilk önce kuru saçıma maskeyi diplerden uca doğru sürdüm ve 5-10 dakika ısıtılmış havluyla beklettim. Hatta havlu soğumuştur diyerek saç kurutma makinesi tuttum bir süre :) Sonra soğuğa yakın ılık suyla duruladım ardından saçımı iki kez sampuanladım, ikinci şampuanlamada şampuanı köpürttükten sonra bir süre beklettim. İlk olarak şampuanın kokusunu çok sevdim ve saçlarımı sertleştirmemesi hoşuma gitti, kuruttuktan sonra yumuşacık oldu saçlarım, bir iki gündür elimi saçlarıma attığımda dökülme görmüyorum ve saçlarım hacim kazandı. Uzatmaya etkisini henüz göremedim zaten bir kere kullanmakla olacak şey değil ama etkisini görür görmez sizinle paylaşacağım. Kısacası ben Organix'i beğendim eğer bir de saçımı uzatırsa işte o zaman baş tacı olur :)



24 Ekim 2013 Perşembe

İKİ KİTAP

Bugün size bir çırpıda okuduğum  iki kitaptan bahsedeyim istedim. Zülfü Livaneli'den Kardeşimin  Hikayesi ilk tanıtacağım kitap. Zülfü Livaneli'nin neredeyse bütün kitaplarını okudum ve hepsini çok beğendim gerek dili gerekse de anlatımı beni hep sürükledi. Bu kitap da farklı olmadı. Sayfaları çevirirken zamanın nasıl geçtiğini anlamadım. Hep bir acaba oluştuğu için içimde, kitabı elimden bırakmak hiç gelmedi içimden. Bittiğinde bir hüzün hissettim, kahramanımıza üzüldüm. Kitabımızın kahramanı her şeyden elini eteğini çekmiş ve Karadeniz kıyısında küçük bir kasabaya yerleşmiştir. Birgün sakin kasabada bir cinayet işlenir ve cinayetle ilgili röportaj yapmak için kapısına gelen güzel gazeteci kız, kahramanımızın anılarını bizimle paylaşmasına ön ayak olur. 



İkinci kitabımız ise yine yıllardır takip ettiğim bir yazar olan Ayşe Kulin'in son kitabı Dönüş. Gizli Anların Yolcusu, Bora'nın Kitabı ve Dönüş romanları; aynı karakterlerin olaylara farklı bakış açılarını sunan üçlü bir seri. Ancaakkkkk beğendim mi bu kitabı diye sorarsanız şöyle demek isterim sürükleyici, akıcı ama yavan bir kitap. Ayşe Kulin'in diğer kitaplarından aldığım tadı Gizli Anların Yolcusu ve Dönüş kitaplarından (Bora'nın Kitabı'nı okumadım) alamadım. Ya bir yerde tükenmişlik yaşıyor ya da bir şekilde bu kitapları aceleye gelmiş, bilmiyorum...Hikayede bu sefer İlhami Bey'in kızı Derya'nın olaylara bakışı ele alınmış. Kahramanımız babasını bulmaya çalışırken sürekli bir iç çatışma halinde. Açıkçası kızın dönem dönem annesinden dönem dönem de babasından nefret etmesi beni sıktı. Bir de şu roman, dizi ve filmlerde ilk kez tanışılan insanla birden birbirini tamamlama, acayip yakınlık hissetme, süper bir maceraya çıkma hikayelerine son verilsin bence, gerçek hayatta ne yazık ki böyle şeyler olmuyor mesela Türkiye'de  bir insan bir yolculuğa çıktığında yanına yaşlı bir teyze veya amca düşmüyorsa kendini şanslı hissediyor :) Neyse kısacası keyifli vakit geçirilecek bir kitap ama sadece o kadar ne yazık ki.

23 Ekim 2013 Çarşamba

Uzun bir aradan sonra merhaba :)

          Nerden başlasam ki... Sonunda Midyat'tayım evimi, düzenimi kurdum, internetle ilgili biraz sorun yaşasam da şu anda gördüğünüz gibi sıkıntıyı aşmış ve sizlerle buluşmuş durumdayım :)



          Midyat genel olarak beklentilerimi karşılayan şirin bir ilçe; gerçi ben biraz daha kozmopolit bir yerdir diye düşünüyordum ama belki de henüz yeterince gözlemleyemedim. Midyat; Estel ve Midyat olmak üzere iki kısımdan oluşuyor. Estel, biraz daha gelişmiş ve modern; Midyat ise televizyonlarda gördüğümüz eski Midyat evlerini barındıran daha geleneksel kısım. Eski Midyat deyince buraya geldiğimde eşimle yaşadığımız olayı anlatayım. Hazır o da burdayken gidelim Eski Midyat'ı bir gezelim dedik. Filmlerde, dizilerde gördüğümde çok özeniyordum. Mistik havası, daracık sokakları, insana tarih kokusu veren kaldırımları ve dükkanları... Merkeze biraz uzak olduğu için şehiriçi minibüs şoförüne Eski Midyat'a gidiyor mu sorumuza olumlu yanıt alınca gezimize minibüse binerek başladık. Ben yıllardır hayalini kurduğum yerleri göreceğim için çok heyecanlıydım. Güzel güzel fotoğraflar çekeriz falan diye düşünüyordum ve şoförün geldiğimizi söylemesiyle Eski Midyat evlerini gördüm. Gümüşçülerle dolu benim için cennetten bir köşe olan bir meydanda indik. Vakit biraz geç olduğu için eşim gümüşçülere takılmama izin vermedi :( Neyse vakitli gezelim vakitli dönelim diye bir şey demedim. Sonra ara sokaklardan birine daldık. Yanımıza küçük bir kız çocuğu geldi. Sizi gezdireyim mi dedi. Eşimle "İyi, hadi bakalım" deme gafletinde bulunduk. İçimden de düşünüyorum 1, 2 lira veririz çocuk da sebeplenir diye. Sonra bu çocukla yürümeye başladık işte şurdan gideceğiz burdan gideceğiz diye bizi yönlendirdi. Yanına bir çocuk daha geldi bu da onun kuzeniymiş neyse dedik iki çocuk biz yürümeye devam ettik sonra biraz daha ilerde bir çocuk daha takıldı peşimize olduk mu 3 kişi rahat rahat konuşamıyoruz da arada bir kavga ediyorlar sonradan takılan çocukla sonuçta karı paylaşacakları biri daha eklendi neyse biraz ilerledikten sonra bu üçüne birer lira vererek teşekkür ettik bundan sonrasını biz yürürüz dedik "tamam" dediler. Biz kurtulduk diye sevinirken arkadan koşarak geldiler: "biz sizi yine de gezdirelim dediler" yok diyoruz ısrar ediyorlar artık ben en sonunda biraz kızdım da sonra peşimizi bıraktılar. Daha bununla da kalmadı dönüş yolunda bir çocuk daha takıldı peşimize ağzımız yandığı için "Biz gezdik, her yeri öğrendik, rehbere ihtiyacımız yok" dedik. Çocuk tam giderken eşime "Ağbi maç yapacaz, topumuz yok" demiş, eşim de dayanamadı "tamam sana bir top alalım madem" dedi. Çocukla bakkala gittik, eşim plastik toplardan bir tane aldı, çocuğa verdi, çocuk "Ağbi bunlar hemen patlıyor, şundan al" diye futbol topunu işaret etti. "Alacaksan bunu al yoksa yok" dedik aldık, plastik topu verdik çocuğa ve kaçar gibi oradan uzaklaştık. Yani hayal ettiğimle yakından uzaktan alakası olmayan bir gezi yapıp ter içinde kalarak geri minibüse döndük. Uzun lafın kısası oraları gezeceğiniz zaman çocukların rehberlik yardımını kabul ederken iki kere düşünün. 
           Aslında daha anlatacak çok şeyim var mesela Midyat yemeklerinden ve restoranlarından bahsedecektim ama bu post epeyce uzun sürdü onlar da diğer postlarıma kalsın :) Sevgiyle kalın.
           
           

8 Eylül 2013 Pazar

YENİDEN...

Çok uzun zaman oldu yazmayalı... Elim gitmedi, yüreğimden başka bir şeyler geçerken burada kitap, gezi, makyaj veya herhangi bir konu hakkında bir şey yazmak gelmedi. Her ne kadar ülkemizin durumu hala sabit değilse de artık bir yerden başlayım dedim.
Son zamanlarda bir heyecan içindeyim, tatlı bir heyecan, yorucu, meraklandırıcı, az biraz da korkutucu... Yıllardır hayalini kurduğum sevdama-öğretmenliğe kavuşmak üzereyim inşallah; öğrencilerimi daha görmeden seviyorum, gideceğim yeri şimdiden merak ediyor biraz endişelensem de yeni bir coğrafyada yeni bir hayata başlamak beni heyecanlandırıyor; eşimden uzak kalacağım düşüncesi beni üzse de atalarımızın güzide sözü "sayılı gün çabuk geçer" içimi az da olsa rahatlatıyor ve içimden dua ediyorum Allah başka türlü ayrılık, sıkıntı vermesin. Yarın sonuçlar belli oluyor belki yeniden döndüğüm bloğuma yine bir süre ara verebilirim, kalacak yer ve internet sorunum çözülür çözülmez yazılarıma hız vereceğim. Benim için dua edin olur mu, sevgilerle...

13 Temmuz 2013 Cumartesi

BİR CAN DAHA AYRILDI ARAMIZDAN...

Öldürmeyeceksin!!! Bütün semavi dinlerde insan hayatı kutsaldır, insan biriciktir ve Allah'ın bir yansımasıdır, can almak sadece Allah'a mahsustur.
Ali İsmail Korkmaz...
19 yaşında bir üniversite öğrencisi, biber gazından kaçmak için girdiği bir ara sokakta vahşice katledildi. Benim fotoğrafına bakmaya kıyamadığım çocuğu döve döve öldürdüler. Anne değilim henüz, belki bilmem annesinin ne hissettiğini, ne kadar acı çektiğini ama ablayım, kardeşim yaşındaki Ali'nin öldüresiye dövüldüğünü, doktor kapısından çevrilip hastane bankında sabaha kadar beklediğini ve artık en son aşamaya geldiğinde müdahale edildiğini düşündükçe kafayı yiyecek gibi oluyorum. Hangi vicdanda, hangi dinde yer alır savunmasız bir insana saldırmak; hangi yemine, hangi insanlığa sığar sana gelmiş insana yardım etmeme...
Annesinin yavrusunun kokusunu alabilmek için Ali'nin montunu üzerinden çıkarmaması, babasının Ali'nin resmine sarılarak ağlaması gözümün önünden gitmiyor, bir de onun o ışık ışık gözleri, güzel gülümsemesi. Ali ayrıldı aramızdan halbuki ne kadar çok dua etmiştim Allah onu sevdiklerine, gençliğine bağışlasın diye olmadı... Peki ona bunu yapanlar... Allah'tan dileğim iki dünyada da gün yüzü görmesinler!!

14 Mayıs 2013 Salı

HATAY'A ATEŞ DÜŞTÜ VE BİZ SEYİRCİ BİLE KALMADIK

11 Mayıs 2013....
Sadece 3 gün önce, biz belki de daha tam güne uyanamamıştık ya da kahvaltı masalarımızda haftasonu keyfi yapıyorduk ki insanlar alev topuna dönüştü, belki anlık bir korku yaşadılar sonrası karanlıktı, belki son anda akıllarına sevdikleri geldi, bir gün sonra birlikte anneler gününü kutluyacakları evlatları ya da anneleri, belki küçücük çocuklarının son sesi çınladı kulaklarında ya da o pis yanık, is kokusunu duydular en son ... Ne hissettiler, ne kadar korktular, ne anladılar son andan bilmiyorum...
Bir teyze ellerini arşa kaldırmış, o bombanın patladığı çukurun içinde... Bir baba yanmış çocuğunun başında ağlıyor... Bir yerde kafası kopmuş bir beden... Bir tarafta kolunu kaybetmiş ama elinde telefonla yakınlarına haber vermeye çalışan toz toprak içinde kalmış bir amca... Sadece birkaç fotoğraf gördüm ve uykularımın kaçmasına yetti. O anı yaşayan, yakınlarını kaybedenleri düşünemiyorum bile.
Birkaç gündür aklımda onlar... Belki çoğu kişi unuttu bile orada hala dumanı tüten ateşi çünkü kendi evlerinde değildi ya onlara dokunmayan yılan bin yaşasın ya hem canım fenerbahçe galip oldu bundan ala mutluluk mu var ne var her yerde olabilir böyle şeyler zaten gayet doğal. Amerikalı Sierra'nın öldürülmesini günlerce konuştuk (yanlış anlaşılmasın insan hayatı her zaman kıymetlidir benim gözümde), Amerika'daki patlamada ölenleri konuşmak için canlı bağlantılar yaptık, onu bırakın bilmem kim neresine ne yaptırmış, hangi diyeti yapmış da bilmem kaç kiloya inmişle yattık kalktık; 100'lerce insanımız öldü ve akşamına herkes "Ben Bilmem Eşim Bilir"i, "Survivor"ı izledi. Reyhanlı halkı yalnız bırakıldı, başlarına gelenler yetmezmiş gibi üstlerine kalın bir perde örtüldü ki ne kadar yakarırlarsa yakarsınlar ne kadar ağlarlarsa ağlasınlar ne kadar bağırırlarsa bağırsınlar duyulmasın diye. Düşünsenize kabus gibi, ne yapsanız uyanamıyor ne yapsanız sesini duyuramıyorsunuz. Kendi memleketinizde bir mülteci (!) kadar değeriniz yok. Ölmüşsünüz, kalmışsınız kimsenin umrunda değil yeter ki koltuklar sağlam olsun, büyüklerimiz (!) yerinden edilmesin. Hala Suriyeli bebekler deniyor da 2 yaşında teyzesine sarılarak yanmış minik Fatma Nur'dan bahsedilmiyor. Bize sığınanı nasıl göndeririz deniyor da sınırlarımızdan geçerek savaşıp akşam Hatay'a dönen silahlı ne idüğü belirsiz vahşiler karşısında vatandaşımız savunmasız bırakılabiliyor. Patlamadan birkaç gün önce mobese kameraları her ne hikmetse bozuluyor ve her ne hikmetse daha önce o civara tezgah açan Suriyeli mülteciler o sırada görünmüyor.
Reyhanlı'da insanlar dünyada cehennemi yaşadı, ölenler bir kez yandı, kalanlar hala yanıyorlar...

"Dönüp de bakmazsın ölülerine. Lut kavminden de değilsin hazdan olmayacak mahvin. Ama sen kendi acına da yabancısın. Kadınların siyah giyer, kederle solar tenleri ama onları görmezsin. Her kuytulukta bir çocuğun vurulur, aldırmazsın. Merhamet dilenir, şefkat dilenir, para dilenirsin. Ve nefret edersin dilencilerden. Utancı bilir ama utanmazsın. Tanrıya inanır ama firavunlara taparsın. Bütün seslerin arasında yalnızca kırbaç sesini dinlersin sen. " Halil Cibran


7 Mayıs 2013 Salı

REHA ÇAMUROĞLU-SON YENİÇERİ, KALEM EFENDİSİ, ŞAH İSMAİL

Çoktandır kitap postu giremiyorum ve sanki bloğumda bir şeyler eksikmiş gibi geliyor. Aslında kitap okumaya ara vermedim ama kitap yorumu yapmak için fırsat bulamadım. O yüzden bugün hazır başlamışken 3 kitabı bir arada yorumlayayım istedim. Daha önce Reha Çamuroğlu'nun Nazar romanını okumuş ve burada yorumlamış ve ne kadar beğendiğimi belirtmiştim. Nazar kitabından sonra Şah İsmail'e başladım. İran Şahı Şah İsmail'in doğumu, çocukluğu, annesiyle ilişkisi, tahta çıkışı, hırsları ve bilgeliği çok güzel anlatılmış. Şah İsmail'i okurken o döneme ait inanışları, tarihi olayları da bir bir yaşadım gibi. Şah İsmail'e bazen kızdım bazen hak verdim. Yavuz Sultan Selim'le mektuplaşmaları ve Yavuz Sultan Selim'in zafer kazandığı Çaldıran Savaşı ile son bulan kitap beni epeyce etkiledi. Yazarın dili duru ve akıcı. Normalde bu kadar olaya odaklanan kitaplardan sıkılırım ama bu kitaptan sıkılmadım, kolaylıkla okudum.
Gelelim ikinci kitabımıza: Son Yeniçeri. Bize hep yeniçerileri uzlaşılmaz, devlet düşmanı, yeniliklere karşı bir grup olarak anlattılar yıllarca. Bu romanı okuduğumda yeniçerilere bakış açım değişti. Her grupta olduğu gibi onların arasında da şerefli, namuslu insanlar ve tam tersi kişiler olduğunu anladım. Belki de bir tane çürük domates tüm kasayı heba eder denildiği gibi çürük kişilerin davranışları da yeniçerilerin bu şekilde anlatılmasına sebep oldu neyse yani kısacası yine tarihi bir roman. Osmanlı'nın son dönemlerinde Yeniçeri Ağası Arif Ağa'nın Rusya ile yapılan savaşlardan birinde Rus bir delikanlıyı esir almasıyla roman başlıyor. Bu delikanlı daha sonra ailenin ayrılmaz bir üyesi oluyor. Rus delikanlının esir alındığı gün Arif Ağa'nın oğlu Sabit doğduğundan, Arif Ağa ona ayrı bir önem veriyor. Arif Ağa, dürüst, iyi niyetli; bir o kadar da disiplinli birisi. Oğlu Sabit büyüdüğünde ve Yeniçeri Ocağına katıldığında devlet ve yeniçeriler arasındaki ipler iyice geriliyor ve olay II. Mahmut'un Yeniçeri Ocağını kaldırmasına kadar gidiyor. Bu romanı Şah İsmail'den daha çok beğendim. Anlatım yine sürükleyici; savaşlar, yeniçeri ocağı ile ilgili bilgiler, diyaloglar gerçekten insana bulunduğu yeri unutturacak nitelikte. Sayfaları çevirirken kendimi o dönemde, o kişilerle birlikteymişim gibi hissettiğim çok oldu.
Ve son kitabımız Kalem Efendisi; bu kitap Son Yeniçeri kitabının devamı. Yeniçeri Ocağı kanlı bir şekilde kaldırıldıktan sonra ortadan kaybolan Sabit'in eve geri dönmesiyle romanımız başlıyor. Sabit Ağa artık kerli ferli bir adam, yanında küçük bir oğlan çocuğuyla eve dönen Sabit Ağa sevinçle karşılanıyor. Küçük çocuk Ali Arif büyüyor ve devlette nüfuzlu bir memuru oluyor. Yıkılmanın eşiğinde bir imparatorluğun son dönemi Sabit Ağa'nın özlü sözleri, Ali Arif'in duygusal ve hırslı dünyası etrafında çok güzel resmedilmiş.

“İki yumurta tokuşur Ali Arif. Biri kırılırsa diğeri çatlar. Sonuçta kazanan kim olur biliyor musun? Üçüncü yumurta” 


“Ne yaptık, Et Meydanı’nında merdane cenk ettik. Aslanlar gibi bire dört, bire beş vuruştuk. Kırdık, kırıldık...Osmanlı’nın kaderi için vuruştuk, kendi kaderimiz için vuruştuk. Mağlup olduk.

Peki yoldaşlar sorarım size Mahmud galip mi geldi? Efendisinin kaderi kölesinin alnında yazılıdır. Moskof gelmiş İstanbul kapılarını yoklar, Mısır paşası ‘İstanbul’u alsam mı, almasam mı?’ diye istiarelere yatar. Mahmud bir Fransız’a döner, bir İngiliz’e döner yalvarır. Emin olun gün gelir, Moskof’tan da medet umar. Galip bu mudur yoldaşlar? Hüseyin Ağa dedi ki, ‘iki husus konuşuruz esasında, birisi ocağın ihyası, ikincisi memleketin hali. Fakire sorarsanız; zaman öyle zamandır ki, ikincisi birinci olsa gerektir.
 

Ocak gitti. Ocak bitti.Ocak söndü. Ne yaptınız? İstanbul’a sarıldınız.Ayakta kaldınız. Hepimiz ayaktayız ki buradayız. Buradaysak ocağımız sönmemiştir. Bırakın bu diri diri gömüldük’ lafını. Gemi batarsa siz de, biz de, Mahmud da boğulacağız. İşte budur ikinciyi birinci mesele yapan. Gemi de batmak üzeredir.” 

ELMALI KURABİYE

Sizlerle bayılarak yediğim elmalı kurabiye tarifini paylaşmak istedim.
Hamuru için:
Yarım pk. margarin
Bir su bardağından bir parmak az yoğurt (ben bardağın kalan kısmına sıvı yağ koydum)
Bir pk. vanilya
Bir pk. hamur kabartma tozu
Aldığı kadar un (ele yapışmayacak ama sert bir hamur da olmayacak)

İçi için
4 tane elma
Bir su bardağından biraz az şeker
Bir tatlı kaşığı tarçın
Bir çay bardağı fındık ya da ceviz kırığı

Üzeri için
Pudra şekeri

İlk önce sıvı malzemeleri (yoğurt, margarin, sıvıyağ) karıştırdım. Toz malzemeleri eleyerek ekledim. Hamuru yoğurduktan sonra içini hazırlamak için elmaları soyup rendeledim, şeker ilave edip bir tavada suyunu çekene kadar karıştırıp altını kapattım. Sonra tarçın ve fındık kırığını ilave ettim. Hamurdan küçük parçalar kopararak yuvarladım ve içini açıp malzeme koyduktan sonra kapatıp tepsiye koydum. Şeklini farklı yapabilirsiniz benim böyle daha çok hoşuma gitti. Sonra 170 derece önceden ısıtılmamış fırında üstü hafif pembeleşene kadar pişirdim. Fırından çıkınca üzerine pudra şekeri serptim çayın yanına gelin olarak katarak afiyetle yedim :)


17 Nisan 2013 Çarşamba

TAVSİYE KANALI

İlk bir blogger'ın sayfasında gördüm Tavsiye Kanalını... Nedir, ne değildir biraz baktım ve fikir çok hoşuma gitti. Denemeniz için size belli markaların ürünlerini gönderiyorlar ve bunun üzerine hem o ürünü denemiş oluyorsunuz hem de çevrenizdekileri o ürün hakkında bilgilendiriyorsunuz. Yani reklamcılık-pazarlama sektörünün az da olsa tozunu yutmuş oluyorsunuz :) Bir iki gün önce katıldığım kampanyadan paketim geldi. Ülker Teremyağın yanında şirin bir önlük, bir kaç tane tarif defteri ve nefis mamaların tarifi bulunan bir tarif kitapçığı da vardı. En kısa zamanda Teremyağ ile yaptığım tarifimi ve ürünle ilgili düşüncelerimi sizlerle paylaşacağım Tavsiye Kanalıyla tanışmak isteyenler buraya tıklasınlar lütfen :) Sevgiyle kalın.



4 Nisan 2013 Perşembe

ŞU SIRALAR TAKİP ETTİĞİM DİZİLER

Çok uzun zamandır yabancı dizi tanıtımı yapmıyorum. Bir dizide aradığım kriterler fazla olunca bazen dizi bulmakta zorluk çekiyorum ve bu sırada büyük bir yoksunluk yaşıyorum :) Çok uzun zamandır izlediğim "House"u bitirdikten sonra epeydir istediğim gibi uzun süreli bir dizi bulamadım ama şu sıralar bulmasam bir yandan da iyi olacak çünkü yine "kpss yolları taştan" durumum var o yüzden uzun süreli bir diziye yaza kadar sarmamayı düşünüyorum. Neyse efenim şimdi devam eden dizilerden beğendiğim birkaç tanesini sizinle paylaşmak istedim. Belki istediği gibi bir dizi bulamayan vardır benim gibi. 
The Vikings dizisiyle başlayalım. Vikinglerin, batıdaki Anglo Sakson (şimdinin İngiltere'si) topraklarına yapmış oldukları keşifler konu alınmış. Keşif dediysem öyle kendi halinde haa burda yeni bir dünya varmış aman ne güzel değil; adamlar, Moğollar gibi girdikleri yeri yağmalıyorlar. O yüzden şimdilik kendilerine sempati besleyemedim, Anglo Saksonların tarafındayım :) Gerçi İngilizler yıllar sonra burda öğrendiklerini sömürge topraklarında uygulayarak hiç acınmaya değer olmadıklarını da gösteriyorlar da neyse yufka yürekliliğime verin. Ragnar asıl adamımız ve karısına bayıldım. Güzel, kuvvetli ve vahşi... Bir de bunların başında Earl diye bir adam var ki o da düşman başına arkadaşlar neyse hele bir izleyin bence beğeneceksiniz. Bu arada Vikinglerin pagan inanışı hakkında da güzel göndermeler var yani hem eğleneceksiniz hem öğreneceksiniz :)

İkinci dizim The Following. Bilmem polisiye dizileri sever misiniz? Ben böyle bulmacalı, katil-polis kovalamacası olan filmdir, dizidir çok severim. İşte bu dizi buna yeni bir soluk getirmiş. Joe Caroll; yakışıklı, başarılı bir edebiyat profesörü, güzel bir karısı var ama adam psikopat. Öğrencilerinden güzel olanları ve onu anladığını düşündüklerini, Edgar Allan Poe şiirlerinden esinlenerek öldürüyor. En sonunda yakayı ele veriyor ve karısı ne pis bir herifle evlendiğini gördükten sonra FBI ajanı Ryan Hardy'le yakınlaşıyor. Bu arada hapishanede olan Joe boş durmuyor, kendine ilgi duyan hayranlarından bir grup oluşturmaya başlıyor ve o içerdeyken hayranları onun için cinayet işlemeye başlıyor. Bazı yerlerinde mantık hataları olsa da (FBI'ın çok tehlikeli yerlere Ryan Hardy ile birlikte en fazla bir iki adamı göndermesi, Joe Caroll'ın bu gruptaki insanlarla hapishanede başkaları dinlemeden konuşması vs.), heyecanlı bir dizi arayanlar için birebir.



Ve son olarak Bates Motel, Alfred Hitchcock'un filmi Sapık'tan önce yaşananlarla ilgili. Güzel Norma, kocası öldükten sonra icradan bir otel satın alır. Oğlu Norman'la birlikte yeni bir hayata başlamak ister.  Ama her şey o kadar kolay değildir. Anneyle oğulun ilişkisi biraz tuhaf. Kocasının ölümü de şüpheli geldi bana ama henüz bir şeyler belli değil. Kasaba da onlardan tuhaf, garip garip işler dönüyor. Yine gizemli ve ilginç bir dizi bence. İzlenmeye değer ya da en azından denemeye değer.



30 Mart 2013 Cumartesi

HANDAN-HALİDE EDİP ADIVAR

Bu kitabı okuyalı aylar oldu diyebilirim ama bir türlü fırsat bulup da blogta yayınlayamadım. Kitabın ne zamanda geçtiği konusunda tam olarak bir bilgi olmamasına rağmen Osmanlı'nın son dönemleri diyebilirim. Ana karakterlerimiz kitabın da adından anlaşılabileceği gibi Handan, Handan'ın kuzeninin eşi Refik Cemal, Handan'ın kuzeni Neriman ve Handan'ın eşi Hüsnü Paşa. Kitap Refik Cemal'in arkadaşına yazdığı mektupla başlıyor. Refik Cemal, arkadaşına evleneceği gelin adayından, gündelik yaşama, Neriman'ın dilinden düşmeyen biraz da gıcık olduğu Neriman'ın kuzeni Handan'a kadar birçok konudan bahsediyor. Arkadaşı da aynı muhabbetle ona cevap veriyor. Kitabımızın ana karakteri Handan, çok güzel olmamakla beraber akıllı, kültürlü, meraklı, havalı bir kadın. Yıllar önce vermiş olduğu yanlış bir karar sonucu Hüsnü Paşa'yla evlenmiş ve sonra da mutsuzluk peşini bırakmamıştır. Zamanla Hüsnü Paşa'nın hareketlerine katlanamayacak ve Neriman ve eşinin yanına yerleşecek... Romanın dili sadeleştirilmiş olsa da hala biraz ağırdı gerçi okurken sıkıntı yaşamadım. Kısa sürede bitti, güzel sürükleyici bir romandı ama bana fazla romantik gelmedi değil ama özellikle Türk Edebiyatı sevenlere tavsiye ederim.

29 Mart 2013 Cuma

THE BALM MEET MATTE



The Balm'ın artık denemediğim ürünü kalmadı gibi, özellikle far paletlerini severek kullanıyorum. Meet Matte'yi de alıp almamaya karar verememiştim kadınlar gününde %50 indirim olunca dayanamadım. Pişman da olmadım şu sıralar en çok kullandığım far paleti oldu. Çok hoş, pastel tonlarda, adı gibi mat renkleri barındıran bir palet, günlük kullanıma çok uygun. İndirim olduğunda kaçırmayın derim, normal fiyatına da değecek bir palet eğer renkler ve matlık hoşunuza gittiyse.

28 Mart 2013 Perşembe

ESSENCE OZ THE GREAT AND POWERFUL- FRAGILE BUT FEISTY



Essence'in yeni koleksiyonu Oz The Great and Powerful'dan birçok blogda bahsedildi. Özellikle krem allığı çok merak ettim ama gittiğim Gratis'te yoktu. Çoğunlukla bu ürünlerden çok az mı getiriyorlar yoksa ben mi rastlayamıyorum bilmiyorum ama Essence'in koleksiyonlarında genelde istediğim şeyleri bulamıyorum. Sırf aklıma takılan ürünü bulayım diye bazen birkaç Gratis geziyorum ama genelde kalan ürünler hep aynı oluyor ve eli boş dönüyorum. Hatta bazen koleksiyon kısmında hiç ürün olmuyor. Neyse bu konuda epey veryansın ettikten sonra şimdi bu süper renkteki kalemi tanıtmaya gelelim. Yeşilin farklı bir tonu hafif ışıltıları var, gözümde henüz denemedim ama hoş duracağını düşünüyorum. Bir de mor tonunda bir kalem vardı ama onun rengi epey bir dikkat çekiciydi. Aslında değişik, her yerde olmayan bir mordu ama bu kalemin yarattığı sıcaklığı yaratmadığı için ona elim gitmedi.  Yine de mor kalem sevenler bir baksın derim.

FLORMAR 427

Bu ojeyi alalı çok oldu ama ancak şimdi paylaşabildim. Mor-gri arası çok kullanışlı bir renk. Aynı tonda Golden Rose'un ve Sally Hansen'ın da ojesi var. Belki sizlerde de bir tanesi vardır. Baş parmağımaki sticker'ı da Watsons'dan almıştım, hoş bir hava kattı ojenin duruşuna.

27 Mart 2013 Çarşamba

ORTAKÖY- EYÜP SULTAN - PIERRE LOTI TEPESI

Haftasonu arkadaşım geldi Bursa'dan, şansımıza hava pek bir güzeldi. Cumartesi Kadıköy Bahariye caddesindeki mağazaları turladık sonra Ortaköy'e kumpir yemeye gittik. Vapurla karşıya geçerken Kızkulesini fotoğraflamadan edemedim.

Her ne kadar kumpiri pek beğenmediysek de (eser miktarda kaşar peyniri ve tereyağdan olsa gerek), Ortaköy'de deniz kokusunu içimize çekerek hafif güneşin tadını çıkardık. Takıcı ve tokacılara bir göz attık.
 Aslında dönerken Karaköy Güllüoğlu'na geçip baklava yemek istiyorduk ama hem kumpirle tıka basa doymuştuk hem de çok geç olmadan eve gidelim dedik.

Ertesi gün rotamızı Eyüp'e çevirdik. Çoktandır Eyüp Sultan'a gitmek istiyordum. Ama bir türlü gidememiştim, arkadaşım sayesinde orayı da görmüş oldum. Sanki İstanbul'dan farklı bir yer gibi geldi bana orası eski evler, dar sokaklar sanki farklı bir dönemdeymişiz gibi hissettim. İlk önce Eyüp Sultan'ı ziyaret ettik ama hala türbenin restorasyonu tamamlanmamış ve camiinin içi çok kalabalıktı. Bana biraz karışık geldi içerisi o yüzden çok bir şey anlayamadım. Restorasyondan sonra tekrar gitmek lazım. Sonra orada kurulmuş küçük tezgahlara göz gezdirdik. Isparta gülünden yapılmış bir krem ve kolonya aldım. Gül kolonyasının kokusuna bayıldım. Eyüp Sultan'a giderseniz kesinlikle bir deneyin derim.Daha sonra teleferikle Pierre Loti tepesine çıktık. İşte bu fotoğrafları teleferikten çektim.


Ve son olarak çaylarımız tabi :)