19 Aralık 2012 Çarşamba

NAZAR - REHA ÇAMUROĞLU

İlk kez Reha Çamuroğlu okudum ve çok çok beğendim. Sağlam kalemi, akıcı ve dikkat çekici kurgulaması sayesinde iki günde kitabın nasıl bittiğini anlamadım.Kitapta ilgimi çeken ilk şey kapağıydı. Sonra ismi dikkatimi çekti. Hepimizin inandığı ya da inanmadığını iddia etse bile çekindiği şey "Nazar"dı. İşte tam benlik bir konu diye düşündüm ama aslında kitabın konusu doğrudan Nazarla değil de 1500lü yıllarda Orta Çağ'daki cadı avlarıyla ilgiliydi. Kocası bir savaşta ölmüş dul Margarita'nın toplumdan elini eteğini çekmesi ve ormanda kendi başına hayvanlarla beraber yaşaması, kendisinden yardım isteyenlere yardımda bulunması en büyük suçu oluyor ne yazık ki. 



18 Aralık 2012 Salı

MAYBELLINE WOODEN BROWN VE THE BALM MIA MOORE


Bunlar da yeni rujlarım. Hem bu kadar az ruj kullanıp hem de yenilerini almaktan vazgeçemeyen tek ben miyim bilmiyorum. Genelde sabahları işe giderken sürüyorum. Aklıma gelirse tazeliyorum ama lip balm sürmek daha kolay geliyor ruj tazelemek yerine. Zaten insanın rujunun bitmesi nasıl bir histir bilmiyorum :) Neyse gelelim bu yeni cicilere. Mia Moore'u bir blogda görmüştüm ve çok beğenmiştim. Her ne kadar iddialı bir renk olsa da kırmızı rujun yeri hep ayrıdır. Koyu bir renk olduğu için kalıcı, hafif sürdüğünüzde bile çok güzel bir renk veriyor. Bir de The Balm ürünlerinde indirim olduğu için 12.5 liraydı. Uygun fiyatlı olması da beni cezbetti. Bu arada The Balm Jovi paletindeki Vanilly rengi bu rengin ya aynısı ya da çok çok benzeri. Paletteki rengi beğenip yanında taşımak isteyenlere duyurulur. Wooden Brown'ı almam ise, yine aynı paletteki Missy rengini çok beğenmemle ve o rengi The Balm rujlarında aramamla başladı, buldum da (mai billsbepaid ruju) ancak Gratis'e gittiğimde bu renk yoktu ve üzülerek ordan ayrıldım. Neyse sonra dedim ki bir de Watson'a uğrayayım Rimmel'de bu tonda bir ruj vardı. Neyse ki tester'ların arasında buldum o rengi, ama ondan da kalmamış. Tam vazgeçmişken bir de Maybelline'e bakayım dedim ve Wooden Brown istediğim tondaydı ve mutlu son :) Onu da 15 liraya aldım. (Bu arada Gratis'te aynı rujun 22 lira civarında olduğunu gördüğümü belirtmek isterim.)

17 Aralık 2012 Pazartesi

ESSENCE LONGLASTING GÖZ KALEMLERİ


Essence longlasting göz kalemlerini çok beğenerek kullanıyorum. Elimdeki renklerini paylaşmak istedim sizinle. Kalıcılıkları süper, ince çizgi çekmeyi de kolaylaştırıyorlar benim gibi eyeliner'a bayılıp da bir türlü düzgün bir şekilde çekemiyorsanız; essence'i tavsiye ederim.

16 Aralık 2012 Pazar

REHA ÇAMUROĞLU KİTAPLARI

Bugün seri post giriyorum ey dostlar :) Çoktandır bloğumu boş bıraktım, blogları takip etsem de yazasım ya gelmedi ya da zaman bulamadım hazır hız almışken devam edeyim dedim. Bunlar da dün aldığım kitaplar. Reha Çamuroğlu'nu beğenisine güvendiğim bir arkadaşım tavsiye etmişti. Dün D&R'a girdiğimde kapağında Fatıma'nın eli bulunan Reha Çamuroğlu'nun son kitabı Nazar dikkatimi çekti. Arkadaşımın tavsiyesi aklıma gelince düşünmeden aldım ve cep kitapları serisinde Şah İsmail'le ilgili İsmail kitabını ve Son Yeniçeri kitabını da Nazar'a arkadaşlık etsinler diye çantama kattım :) Musmustlu oldum kısacası :)

ATKI MODELİ


Kış geldi mi bende başlıyor bir örgü merakı :) Netten örgü modelleri araştırmaya, yün almaya başlıyorum. Bu sene kendimi daha azimli görüyorum, kısa zamanda bu atkıyı bitirdim. Bunu arkadaşıma hediye edeceğim ve beğeneceğini umuyorum. Geçen sene bu modelden yine yapmıştım; o, gül kurusu rengiydi. O rengine bakmak isteyenler buradan buyursunlar. Şimdi de Üç Kadın Üç Moda'nın yazarı  Zeynep'in oğluşu (henüz hamile) için bir battaniye başladım, çocuk okula başlamadan önce yetiştiririm diye umut ediyorum :) Battaniyeyi bitirir bitirmez sizlerle paylaşırım. Sevgilerle...

HOBBIT



Sinemeya gitmeyeli çok olmuştu. Zaman bulamamak gibi bir bahanemiz her zaman cebimizde olsa da; ilgimi çeken bir filmin gösterime girmemesi asıl nedendi. Bu hafta da aksilik bu ya 3 tane film dikkatimi çekti. Bunlardan bir tanesi ödüllü Türk filmi Tepenin Ardı, diğeri Hobbit ve sonuncusu da Penelope Cruz ve Saadet Aksoy'un başrollerini oynadığı Sen Dünyaya Gelmeden filmiydi. Eşim, Hobbit filminde ısrarcı olunca, haftaya Tepenin Ardına gideceğimiz sözünü alarak Hobbit'te karar kıldık. 
Aslında fantastik filmleri pek sevmem ama Yüzüklerin Efendisi''nin yeri benim için ayrıdır. Yüzüklerin Efendisini ilk izlediğimde büyülenmiştim ve ikincisinin ve üçüncüsünün çıkmasını sabırsızlıkla beklemiştim. Hobbit bu üçlemenin öncesinde yaşananları anlatıyor. Filmde cüce ülkesinin bir ejderha tarafından yerle bir edilmesi ve cücelerin, tabii ki hobbitimiz Bilbo Baggings ve büyücü Gandalf'ın yardımıyla, ülkelerini yeniden kurmak için verdikleri çaba anlatılıyor. Film üç saat sürmesine rağmen hiç sıkılmadan izledik. Tek sıkıntı, 3D gözlüklerinin ve kendi gözlüklerimin burnumun üstünde yaptığı ağırlık ve görüntülerin gözlüklü çok da canlı olmamasıydı. İlk kez 3D'li film izledim ve bence çok gereksiz bir teknoloji, ha tamam isteyenler için o seçenek de olabilir ama istemeyenler için 3D olmayan gösterimin bulunmaması çok can sıkıcı. Onun dışında film gayet güzeldi, izlemenizi tavsiye ederim.

25 Kasım 2012 Pazar

HALİDE - FRANCES KAZAN


Ortaokula başladığımda artık çocuk kitaplarının bana çok da hitap etmediğini hissettim. O zamanlar gençlere yönelik çok kitap da yoktu bir İpek Ongun vardı bir de Gülten Dayıoğlu. İpek Ongun'un kitaplarıyla tanışmam ayrı bir post konusu olsun, yetişkin dünyasına ait ilk okuduğum kitap Halide Edip Adıvar'ın Sinekli Bakkalı'dır. Aslında bana okumayı sevdiren yazarlardan biri olduğunu söyleyebilirim rahatlıkla. Sinekli Bakkal'dan sonra Kurtuluş Savaşıyla ilgili bir kitap olan Türk'ün Ateşle İmtihanı, Fedakar Aliye Öğretmen'i anlatan Vurun Kahpeye romanlarını da okudum kendisinin, belki başka kitaplarını da okumuşumdur ama şu anda hatırlayamıyorum. Cumhuriyetin ilk yıllarında kadınlara öncülük yapmış, erkeklerin dünyasında kendi sesini duyurmayı başarmış bu büyük yazarımızın hayatını anlatan bir kitabı okumak beni çok mutlu etti. Kitapta Halide Edip'in çocukluğu, gençliği, ilk aşkı, çalışmaları, ailesiyle ilişkileri yalın ve sürükleyici bir şekilde anlatılmış, bu arada dönemin özelliklerine değinilmiş. Romanı bitirdiğimde, severek okuduğum yazarın hayatıyla ilgili ayrıntıları öğrenmiş oldum.

essence ojelerim



Essence'in ojelerini çok seviyorum, hem çabuk kuruyor hem de orijinal renkleri var. Daha önceden tek tek yayınlamayı düşünüyordum ama baktım ki epey bir oje birikmiş hepsini birden yayınlayım dedim. Üstteki foto, serçe parmaktan itibaren: 54 trust in fashion (yeşil), 43 where is the party (morlu-mavili), 73 princess prunella (bordomsu), 40 absolutely stylish (kahverengi), 08 dopey (lila), Alttaki foto serçe parmaktan itibaren 64 be optimistic (bunu özellikle tavsiye ederim çok hoş, nostaljik bir renk), 62 reach peach (kiremit kırımızısı ama bu da retro bir renk), 47 ready to go (fuşya-kırmızı), 77 in style (mavinin değişik bir tonu), sonuncusu da bir çok blogta tanıtılan benim de çok sevdiğim 72 time for romance.

14 Kasım 2012 Çarşamba

Hotel Rwanda (Otel Ruanda)




Birkaç hafta önce Gülhan'ın Galaksi Rehberi Ruanda'daydı. Afrika'nın küçük bir ülkesi, yer üstü ve yer altı kaynağı yok yeterince ve insanlar daha çok tarımla geçiniyorlar. Yıllar önce Belçika'nın sömürgesi olan ülke, Belçikalıların yapmış olduğu bir ayrımcılıkla iç savaşa sürüklenmiş. Tutsiler ve Hutular; Tutsiler, daha ince uzun zarif yapıda olanlar ve Hutularda biraz kısa, tıknaz yapıdakiler... Yani aralarındaki fark bu... Belçikalılar, ilk önce Tutsileri iyi yerlere getiriyorlar, önemli mevkilerde görevlendiriyorlar ve Hutular yıllarca aşağı sınıf olarak görülüyor. Daha sonraki yıllarda rüzgar ters yönden esiyor ve Batılı devletler (başta Fransa olmak üzere) bu sefer Hutuları silahlandırıyor ve onları  Tutsilere karşı kışkırtıyorlar. Sonuçta 1994 yılında sadece 3 ay içinde yaklaşık 1 milyon Tutsi, Hutular tarafından palalarla öldürülüyor. Hutular özellikle Tutsilerin çocuklarını, bebeklerini hedef alarak soykırım yapmaya çalışıyorlar. 
İşte Otel Ruanda bu acı olayı, gerçek bir hayat hikayesini anlatıyor. Otel Ruanda'nın müdürü Hutu Paul Rusesabagina 1000 civarında Tutsinin kurtulmasını sağlıyor ve bu yönüyle Schindler'in Listesi filmine benziyor. Kesinlikle izlemenizi tavsiye ederim. 
Son olarak eğer Gülhan'ın Galaksi Rehberi'nin o bölümüne rastlarsanız, Ruandalı çocuğun Gülhan'ın sarı saçlarını çok beğenerek hafifçe saçlarına dokunduğu bölüme özellikle dikkat edin, çok hoş bir sahneydi. 

"Bölünmeyi yaratan belçikalılar. insanları seçtiler, derilerine göre; insanlar arsında bölünme yarattılar. Belçikalılar ülkeyi Tutsiler'e yönettirdiler. Ayrıldıklarında da Hutular'a bıraktılar. Ve tabi ki Hutular da yıllar süren baskının intikamını alıyorlar."

Ufak bir çocuğun af dilemesi: "Bir daha Tutsi olmayacağım nolur affedin, uslu olacağım n'olur bir daha Tutsi olmayacağım öldürmeyin beni!"

"- Yüzüme tükürsen daha iyi.
 - Affedersiniz albay?
 - Sen bir pisliksin.
 - Biz senin pislik olduğunu düşünüyoruz, Paul.
 - Biz kim?
 - Batı, tüm güçlü devletler,güvendiklerinin hepsi Paul.
 - Senin pislik olduğunu düşünüyorlar, hayvan dışkısı olduğunu. sizler değersizsiniz.
 - Korkarım söylediklerinizi anlamıyorum efendim.
 - Yapma, bana palavra atma Paul. Sen buradaki en akıllı adamsın. Bu lanet otele sahip olabilirsin,ama bir şey var...Sen siyahsın. bir zenci bile değilsin. Afrikalı'sın. Burada kalmayacaklar Paul. Bu kıyımı durdurmayacaklar."


31 Ekim 2012 Çarşamba

KÜRK MANTOLU MADONNA

Ekim ayının son yazısıyla karşınızdayım. Fark etmeden geçiyor zaman; bizler zaman geçsin, bir şeylere yaklaşalım diye gün sayıyorken.
Aslında bu kitaba başlayalı oldu ama ilk birkaç sayfasını okuduktan sonra araya bayram girdi, işlerim vardı derken devam edemedim. Birçok blogda tanıtımını okumuştum kitabın, bir de artık algıda seçicilik mi yoksa gerçekten çok mu ünlendi bu sıralar bilinmez, bu kitap sürekli karşıma çıkıyordu. O noktadan sonra dedim demek ki benim bunu okumam lazım. Dün yeniden başladım ve bugün bitirdim. Bitince de keşke böyle olmasaydı dedim. O kadar samimi, o kadar sade bir hikayeydi ki romanımızın baş karakteri Raif Bey'in haline Raif Bey yakınımmış gibi üzüldüm. Bir insanın iç dünyası, hiçbir şeyin bizim düşüdüğümüz gibi olamayacağı ince ince işlenmiş. Kitapta uzun tasvirlerden de faydalanılmış ki bence tasvir bir yazarın fırçasıdır, yazının resimlenmesini sağlayan tasvirdir. Bu tasvirler sayesinde Raif Bey'i, onun odasını, ailesini, her sözü ayrı hayranlık uyandırıcı Maria Puder'i hayal edebildim.






...anlaşamayacağımızı anlarsak veda eder ayrılırız.. bu o kadar mühim bir felaket mi? hayatta yalnız kalmanın esas olduğunu hala kabul edemiyor musunuz? bütün yakınlaşmalar, bütün birleşmeler yalancıdır. insanlar ancak muayyen bir hadde kadar birbirlerine sokulabilirler, üst tarafını uydururlar; ve günün birinde hatalarını anlayınca, yeislerden herşeyi bırakıp kaçarlar. halbuki mümkün olanla kanaat etseler, hayallerindeki hakikat zannetmekten vazgeçseler bu böyle olmaz. herkes tabii olanı kabul eder, ortada ne hayal sükutu, ne inkisar kalır... Bu halimizle hepimiz acınmaya layıkız; ama kendi kendimize acımalıyız. Başkasına merhamet etmek, ondan daha kuvvetli olduğunu zannetmektir ki, ne kendimizi bu kadar büyük, ne de başkalarını bizden daha zavallı görmeye hakkımız yoktur...

23 Ekim 2012 Salı

BURSA

Bursa... Osmanlı'nın başkenti... Tarih ve kestane kokulu Bursa... Hep Bursa'ya gitmek istemişimdir, bazen insan bir yerin sırf hayaline ya da ismine hayran olur ya Bursa'da bende öyle bir etki yaratıyordu ve hayal kırıklığına uğramadım ne güzel :) Doğubeyazıt'taki ev arkadaşımın tayini Bursa'ya çıkınca hemen planlamalara başlamıştım zaten. Sadece haftasonu için gittiğimden her şeye yetişmek için biraz koşturduk ama değdi. İner inmez bizi (diğer ev arkadaşımız da geldi ve kadroyu tamamladık) karşılayan arkadaşımın evine gittik, sağolsun güzel mamalar hazırlamıştı, onları hemen yeyip kendimizi dışarı attık. İlk önce Ulu Camiye gittik. Epeyce görkemli minaresi ve süslemeleriyle gerçekten etkileyiciydi. Sonra Orhan Gazi ve Osman Gazi'nin türbelerini ziyaret ettik.
 Ardından Tophane'deki saat kulesine gittik ve ordan şehri tepeden görme imkanı buldum.
 Şansımıza kılıç kalkan gösterisi vardı. Hemen oraya doğru yöneldik ve güzel bir gösteri izledik.
 Koza Han'da çayımızı içtik. Bir han daha vardı ama şimdi adını hatırlayamadım orda da nargilemizi tüttürdük kızlarla:)) Nargilesi güzeldi bu arada, hemen Ulu caminin yanındaki handı. Koza Han'ın üst katında şal satan yerler vardı ki benim asıl favori bölgem burası oldu. Bursa ipeğinden çok güzel şallar vardı, aralarında tercih yapmakta zorlandım. Sonunda iki tanesinde karar kılabildim. Hatta kızlar bakarken ben ödemesini yaptım ki gözüm kalırsa artık alacağımı aldım diye kendimi kontrol edebilecektim:)
 Bursa'nın meşhur iskenderini yiyemedik:( Şimdi diyeceksiniz Bursa'ya gidilir de iskender yenmez mi diye ama sürekli bir şeyler atıştırdığımız için artık ona yer kalmadı. Bir daha ki sefere inşallah.
Hünnap diye bir meyve vardı pazarda, ilk kez görmüştük ve yarım kilo aldık. Tadı elma, iğde karışımı gibi geldi bana. Çok yararlıymış. Eee Bursa olur da kestane olmaz mı biraz da ondan aldık. Akşam evde pişirip afiyetle yedik.
Ve tabii ki Cumalıkızık... Daracık sokakları, tarihi evleri ve şirin pazar yeriyle bizi başka diyarlara götürdü. Kınalı Kar dizisinin çekildiği evde sabah kahvaltısı yaptık. İlk önce dışarıda yer bulamadığımız için üzüldük ama balkonda yer boşalınca hemen oraya geçtik ve güzel bir manzara eşliğinde kahvaltımızı yaptık. Sonbaharın son güneşli günlerinden birini keyifle geçirdik. İçimizde güzel iki gün geçirmenin hafifliği, aklımızda daha sonraki gelişimizde yapılacaklarla Bursa'dan ayrıldık.



16 Ekim 2012 Salı

PARİSTEKİ EŞ - THE PARIS WIFE


Biyografi filmler de, kitaplar da çok dikkatimi çeker, özellikle sevdiğim veya merak duyduğum kişilere aitse daha da bir ilgiyle izlerim, okurum. Kitabın tanıtımını bir televizyon programında duymuştum galiba, şimdi hatırlamıyorum ama hemen ilgimi çekti. Kitap, Ernest Hemingway ve eşinin hayat hikayesini konu almış. Hemingway'in Çanlar Kimin için Çalıyor, Silahlara Veda gibi kitaplarını okumuştum ve çok beğenmiştim. Onun kitaplarını yazarken yaşadıklarını okumak ilginç oldu benim için. Eşi ve kendisinin fırtınalı bir ilişkileri olmasına rağmen birbirilerini ne kadar sevdikleri konu edilmiş kitaba. Kitap eşinin ağzından yazıldığı için ve büyük bir ihtimal bayan olduğu için eşine karşı bir sempati duydum. Ernest Hemingway'in gelgitleri; eşinin evliliği ve sevgisi için yaptıkları da buna sebep oldu diyebilirim ama bir noktadan sonra eşinin evliliği ve sevgisi için yaptığı fedakarlığı abarttığını düşünmedim değil. Güzel bir biyografiydi, beğenerek okudum. Meraklısına duyurulur. Sevgilerle.

1 Ekim 2012 Pazartesi

SU-BUKET UZUNER

Aslında bunu okuyalı biraz oldu, bugün artık bu güzel kitaptan bahsetmenin zamanı geldi diye düşündüm. Kitaptan çok da şey beklemiyordum ama bu kitap, benim ayrıcalıklı kitaplar listeme girdi. Dili çok yalın ve sürükleyici, okurken hiç sıkılmıyorsunuz. Aslında yıllardır birçok filme, kitaba konu olan farklı görüş, inanış ve düşünceler üzerine kurulu bir kitap. Kitap; bu konularda anlamadan bilgilenmenizi sağlarken, güzel bir hikayenin sürükleyiciliğine katıp götürüyor sizi. Hikayedeki karakterler büyülü bir dünyadan gelmiş gibi; bazen sizi farklı alemlere götürüyor, bazen de gerçek hayat karşınıza duvar gibi çıkıyor. Buket Uzuner'in Kumral Ada Mavi Tuna ve İki Yeşil Su Samuru kitaplarını okumuştum ve onları da çok beğenmiştim ama bu kitap onlardan farklı ve kesinlikle okunması gereken bir kitap. Hele de canınız çok sıkkınsa, kendinizi kaybolmuş hissediyorsanız; sizi bu ruh halinden kurtarabilecek kitaplardan biri.

25 Eylül 2012 Salı

TÜRKÜLER BABASIZ KALDI...

Övmek istiyorum aslında onu ama yetersiz kalıyor sözcükler. Güzel bir kalp daha ayrıldı aramızdan, güzel bir insan daha karıştı meleklere... Yolun açık olsun büyük sanatçı, mekanın cennet olsun...







23 Eylül 2012 Pazar

NAR

"Hepimiz nar taneleri gibi birbirinden ayrıyız: Hem çok benzeriz, hem de çok farklıyız. Ama açılmamış bir bütün nar gibiyiz aynı zamanda. Bizi bir arada tutan kabuk, birbirimize duyduğumuz inançtır."



Biraz önce izledim ve sıcağı sıcağına yazmak istedim. Uzun zamandır izlemek istiyordum ama bir türlü izleyememiştim. Aslında konusunu da bilmiyordum, çok övüyorlar diye merak etmiştim (psikolojik gerilim olduğu söyleniyordu). Konusunu bilmemem de iyi olmuş, çünkü şimdi bakıyorum internetteki yorumlar insanı yönlendirecek nitelikte, ön yargılı yaklaşabilirdim filme. Öylesine izlemeye başladım ve çok beğendim. Soluksuz izledim diyebilirim. Serra Yılmaz'ı; modern, şehirli kadın rolünden farklı bir rolde görmek ilk etapta şaşırttı beni. Zaten filmde 4 kişi var ve genel olarak herkesi beğenmekle birlikte Kapıcı Mustafa rolünü oynayan Erdem Akakçe'nin yeri bence ayrı.Konusunu söylemek istemiyorum, isteyen netten bulabilir ama benim tavsiyem konusunu araştırmadan izleyin daha çok tat alacaksınız. 

“Dünya böyle işliyor, anlamıyorsun çünkü sen bunları hiç düşünmedin hayatında. çünkü senin dünyan şu kadar, şu kadarcık. O dünyada ben varım, aşk var, sevgi, çiçekler, böcekler, ailen var belki, sevgili annen-baban, solcu emekli öğretmenler, idaelistler, kediler, başka ufak yumuşak mahluklar, sümerce, çivi yazısı, hamurabi, oyuncu olma hayellerin var sonra, iki tane özel kurs, üç tane oyunda yan roller, kahve, güzel şarap, senin dünyan bu, cici kız dünyası”

ÇOCUĞUNUZA SINIR KOYMA



Henüz bir çocuğum yok, ama şimdiden bu tür kitaplar okumak benim için faydalı olacaktır diye düşünüyorum. Çocuğum olmadığı için kitapta yazanları uygulama fırsatım olmadı ama en başından bu şekilde davranarak çocuğun kafasını karıştırmamış olurum ileride:))  Kendi açımdan epey bir aydınlatıcı oldu bu kitap. Kitapta sadece çocuk için değil hayatımızdaki diğer bireylerle de ilişkimizde kullanabileceğimiz tavsiyeler yer alıyor. Şimdilerde arkadaş anne-baba trendi çok yaygın; önceden böyle bir ilişkinin daha sağlıklı olabileceğini düşünürken artık anne babanın gerçekten anne baba gibi davranması gerektiğini ve çocuğa gerekli ölçüde sınır koyması gerektiğini düşünüyorum. Bu hem çocuk için hem de anne baba için daha sağlıklı bir yaklaşım olacaktır bence. Tabii kitap bilgileri ne kadar hayata uygulanabilir onu bilmiyorum ama çocuğunuzla aranızda iletişim sorunu varsa ya da çocuğunuz sizin dediklerinize uymuyorsa bu kitabı okumanızı tavsiye ederim hem de ne derece uygulanabilir olduğunu bana da söylerseniz çok sevinirim. Bu arada çocuklar-bebekler demişken sevgili arkadaşım Zeynep'in, anne adayları için küçük bir çekilişi var. Katılmak isteyenler buradan buyursunlar. 

Sevgilerimle

18 Eylül 2012 Salı

UZUN BİR SÜREDEN SONRA MERHABAAA

Yazamadım çoktandır, aslında sürekli takip ediyorum blog dünyasını ama yazmaya elim gitmedi. Uzun zamandır hayalini kurduğum, uğruna kaç senedir vakit harcadığım şey yine çok yaklaşmışken ellerimden kayıverdi. Yine teselli ediyorum kendimi; demek ki böylesi hayırlıymış, bir daha denerim, belki tekrar bir şans olur, şimdi olmadı ama daha iyisi olacak... Kendimi toparlamaya çalışıyorum. Bu ülkede hak edenin, hak ettiğine kolaylıkla ulaştığı oldu mu ki? Belki de tek şanssızlığım; çalışana, emek verene, uğraşana, kendini bir yerlere (herhangi bir torpil, rüşvet, ana-baba mirası olmadan, çalıp çırpmadan) tırnaklarıyla getirmeye çalışana değer verilmeyen bir ülkede doğmuş olmam. Sonra da düşünüyorum, o kadar çok haksızlık oluyor ki bu ülkede bana gelene kadar... Daha bir kaç gün önce 25 tane askerimiz, hayattan koparıldı; sadece kenarda 30 bin liraları olmadığı için... Başka işler bulsunlar diyenleri dinleyen; aslında öğretmen olan ama polis memuru olmak zorunda kalan şehidimizi... Daha suçlarının ne olduğu bile belli olmayan ama senelerdir ailelerinden, gökyüzünden, en önemlisi özgürlüklerinden koparılanları... Çaresiz susuyorum bunları düşününce, Allah'a şükür sağlığım yerinde, eşim, ailem yanımda, tekrar çalışırım, tekrar denerim ama tekrar deneyemeyecekleri düşününce içime bir sızı oturuyor. Her şehit haberinde tekrar yüreği yanan ana-babayı düşününce gözlerim doluyor. Uzun zamandan beri yazmamıştım, karamsar bir yazıyla dönmek istemezdim ama paylaşmadan edemedim.

25 Ağustos 2012 Cumartesi

Loreal Caresse Ruj

Bir blogda Mac'in Cut a Caper isimli rujunu görmüştüm ve tam benim istediğim gibi demiştim. Çok ruj kullanan biri olmadığım gibi bir ruja 45-50 lira vermek çok cazip gelmediğinden sadece çok beğendiğim bir ruj olarak kalacak diye düşündüm. Birkaç gün sonra Watsons'a uğradığımda, Turkcell'in %30 indirimini görünce şöyle bir bakayım dedim ve Loreal'in standında Caresse ruj serisi dikkatimi çekti ve o da ne Mac Cut a Caper'ın tonuna benzer 301 Dating Coral gözüme çarptı ve hemen almaya karar verdim. 22 liralık ruj indirimle 15 liraya gelmişti ve istediğim renge uygun fiyata kavuşmuştum ama aklımda bir iki renk daha kalmıştı. Onlardan biri 06 numaralı Aphrodite Scarlet, kırmızımsı pembe, çok hoş bir renkti, kararsız kaldım neyse dedim sonra bakarım. Tabii ki ister istemez düşünmem çok uzun sürmedi, hem Dating Coral'dan çok memnun kalmıştım. 06'nın yanına 102 numaralı Mauve Cherie'yi de kattım;) Özelliklerine gelince sürümü çok rahat, dudakta kalıp gibi durmuyor hafif bir yapısı var ve kalıcı.



BİSCOTTİ YAPTIM Kİ BEN:)))


Biscotti, biscotti çok duyardım da fazla merak salmamıştım nasıl bir şey olduğuna. Her şey Kamilkoçla seyahat ederken mini paketlerde verilen biscottinin tadına bakmamla başladı. O nasıl güzel ve hafif bir tat, üzerinde kalorisine baktığımda ise 400 gr.'ı 450 kalori civarıydı ki düşünün nerdeyse yarım kilo biscotti yediğinizde bir paket cipsten alacağınız kaloriden daha az kalori alıyorsunuz hem de yararlı bir besin (zaten o kadar yemeniz pek mümkün değil, kısa bir süre sonra tokluk hissi veriyor). Sonra ben bunu nereden buluruma dönüştü olayım.Paketin üstünde börekevi yazıyordu. Sitelerine baktığımda sadece Ankara'da satış yaptıklarını öğrendim (ben bir de Susurluk dinlenme tesislerinde görmüştüm, eşim yemezsin sen onu diyerek beni vaz geçirmişti almaktan:(Sipariş verilebiliyor mu diye mail attığımda ise bir cevap alamadım:((Neyse iş başa düştü diyerek, netten biscotti tarifi araştırmaya başladım. Kimisi çok karmaşık, bir sürü malzemeli tariflere de rastladım, kolay tariflere de. Kolay olanlardan bir tanesini seçtim ve sonuç süper oldu (gerçi bir iki nokta içime sinmediyse de, onları da sizlerle paylaşacağım).İlk önce malzemelerle başlayalım. 
3 yumurta
1 su bardağı toz şeker
Yarım su bardağı sıvı yağ
3 su bardağı un
1 pk. vanilya, 1pk. hamur kabartma tozu
yarım su bardağı damla çikolata (isteğe bağlı)
yarım su bardağı fındık (isteğe bağlı)

Yumurtaları ve şekeri mikserle iyice çırptım. Yağ, vanilya, hamur kabartma tozunu ve unu ekledim. Kaşıkla bunları karıştırdım, bulduğum tarifte ilk önce 2 su bardağı un ekleyin diyordu, o şekilde yaptığımda hamur epeyce bir cıvık oldu ben de bir su bardağı daha ekledim. O bile az geldi gibi, elimle yoğurmaya başladım ama çok yapış yapış bir hamur oldu (bu içime sinmeyen ilk nokta), ardından damla çikolata ve fındığı ekledim. Sonra elimi hamurdan kurtarıp yıkadım ve ellerime biraz sıvıyağ döktüm ancak bu şekilde hamura şekil verebildim. O yüzden siz ilk önce 3 su bardağı un dökün ve hamur hala elinize yapışıyorsa elinize biraz sıvı yağ dökün. Yani hamuru kek hamurundan katı, kurabiye hamurundan biraz daha cıvık olacak. Sonunda hamurla mücadelem sona erdi ve onu tek rulo (ikinci içime sinmeyen nokta) haline getirip üzerini hafif elimle düzleştirdim ve fırına attım . 180 derecelik fırında 15-20 dakika pişirdim (daha önceden ısıtmamıştım). Üzeri hafif kızarınca fırından çıkardım ve soğumaya bıraktım, soğuduktan sonra ruloyu ince ince kesmeye başladım ama o da ne tek rulo yaptığım için bizim biscottiler kocaman kocaman, kaba biscotti oldu ve içleri de birazcık hamur kalmıştı. Olmadı diye canım sıkıldı ama neyse dedim kestiğim biscottileri tepsiye yatay olarak koyup tekrar fırına (aynı derecede) verdim, 15 dakika sonra baktığımda, süper ama büyük biscottilerim olmuştu:)) Neyse en azından emeğim ve malzemelerim boşa gitmedi. Yani eğer siz de denemek istiyorsanız hamuru ilk kez fırına vermeden önce iki rulo halinde tepsiye koyun ve hafif hamur çıkarsa canınızı sıkmayın çünkü ikinci kez fırınlandığında çok güzel pişiyor.