25 Ağustos 2012 Cumartesi

Loreal Caresse Ruj

Bir blogda Mac'in Cut a Caper isimli rujunu görmüştüm ve tam benim istediğim gibi demiştim. Çok ruj kullanan biri olmadığım gibi bir ruja 45-50 lira vermek çok cazip gelmediğinden sadece çok beğendiğim bir ruj olarak kalacak diye düşündüm. Birkaç gün sonra Watsons'a uğradığımda, Turkcell'in %30 indirimini görünce şöyle bir bakayım dedim ve Loreal'in standında Caresse ruj serisi dikkatimi çekti ve o da ne Mac Cut a Caper'ın tonuna benzer 301 Dating Coral gözüme çarptı ve hemen almaya karar verdim. 22 liralık ruj indirimle 15 liraya gelmişti ve istediğim renge uygun fiyata kavuşmuştum ama aklımda bir iki renk daha kalmıştı. Onlardan biri 06 numaralı Aphrodite Scarlet, kırmızımsı pembe, çok hoş bir renkti, kararsız kaldım neyse dedim sonra bakarım. Tabii ki ister istemez düşünmem çok uzun sürmedi, hem Dating Coral'dan çok memnun kalmıştım. 06'nın yanına 102 numaralı Mauve Cherie'yi de kattım;) Özelliklerine gelince sürümü çok rahat, dudakta kalıp gibi durmuyor hafif bir yapısı var ve kalıcı.



BİSCOTTİ YAPTIM Kİ BEN:)))


Biscotti, biscotti çok duyardım da fazla merak salmamıştım nasıl bir şey olduğuna. Her şey Kamilkoçla seyahat ederken mini paketlerde verilen biscottinin tadına bakmamla başladı. O nasıl güzel ve hafif bir tat, üzerinde kalorisine baktığımda ise 400 gr.'ı 450 kalori civarıydı ki düşünün nerdeyse yarım kilo biscotti yediğinizde bir paket cipsten alacağınız kaloriden daha az kalori alıyorsunuz hem de yararlı bir besin (zaten o kadar yemeniz pek mümkün değil, kısa bir süre sonra tokluk hissi veriyor). Sonra ben bunu nereden buluruma dönüştü olayım.Paketin üstünde börekevi yazıyordu. Sitelerine baktığımda sadece Ankara'da satış yaptıklarını öğrendim (ben bir de Susurluk dinlenme tesislerinde görmüştüm, eşim yemezsin sen onu diyerek beni vaz geçirmişti almaktan:(Sipariş verilebiliyor mu diye mail attığımda ise bir cevap alamadım:((Neyse iş başa düştü diyerek, netten biscotti tarifi araştırmaya başladım. Kimisi çok karmaşık, bir sürü malzemeli tariflere de rastladım, kolay tariflere de. Kolay olanlardan bir tanesini seçtim ve sonuç süper oldu (gerçi bir iki nokta içime sinmediyse de, onları da sizlerle paylaşacağım).İlk önce malzemelerle başlayalım. 
3 yumurta
1 su bardağı toz şeker
Yarım su bardağı sıvı yağ
3 su bardağı un
1 pk. vanilya, 1pk. hamur kabartma tozu
yarım su bardağı damla çikolata (isteğe bağlı)
yarım su bardağı fındık (isteğe bağlı)

Yumurtaları ve şekeri mikserle iyice çırptım. Yağ, vanilya, hamur kabartma tozunu ve unu ekledim. Kaşıkla bunları karıştırdım, bulduğum tarifte ilk önce 2 su bardağı un ekleyin diyordu, o şekilde yaptığımda hamur epeyce bir cıvık oldu ben de bir su bardağı daha ekledim. O bile az geldi gibi, elimle yoğurmaya başladım ama çok yapış yapış bir hamur oldu (bu içime sinmeyen ilk nokta), ardından damla çikolata ve fındığı ekledim. Sonra elimi hamurdan kurtarıp yıkadım ve ellerime biraz sıvıyağ döktüm ancak bu şekilde hamura şekil verebildim. O yüzden siz ilk önce 3 su bardağı un dökün ve hamur hala elinize yapışıyorsa elinize biraz sıvı yağ dökün. Yani hamuru kek hamurundan katı, kurabiye hamurundan biraz daha cıvık olacak. Sonunda hamurla mücadelem sona erdi ve onu tek rulo (ikinci içime sinmeyen nokta) haline getirip üzerini hafif elimle düzleştirdim ve fırına attım . 180 derecelik fırında 15-20 dakika pişirdim (daha önceden ısıtmamıştım). Üzeri hafif kızarınca fırından çıkardım ve soğumaya bıraktım, soğuduktan sonra ruloyu ince ince kesmeye başladım ama o da ne tek rulo yaptığım için bizim biscottiler kocaman kocaman, kaba biscotti oldu ve içleri de birazcık hamur kalmıştı. Olmadı diye canım sıkıldı ama neyse dedim kestiğim biscottileri tepsiye yatay olarak koyup tekrar fırına (aynı derecede) verdim, 15 dakika sonra baktığımda, süper ama büyük biscottilerim olmuştu:)) Neyse en azından emeğim ve malzemelerim boşa gitmedi. Yani eğer siz de denemek istiyorsanız hamuru ilk kez fırına vermeden önce iki rulo halinde tepsiye koyun ve hafif hamur çıkarsa canınızı sıkmayın çünkü ikinci kez fırınlandığında çok güzel pişiyor. 

 

KAÇ ZİL KALDI ÖRTMENİM-FİLİZ AYGÜNDÜZ

Son günlerde herkes gibi benim de içim karardı... Bitmeyen bir savaşın pençesinde gencecik bedenlerin, hak etmedikleri bir şekilde bu dünyadan ayrılışına şahit oluyoruz kaç gündür ve ne yazık ki elimizden bir şey gelmiyor, sadece izliyoruz... Şu son günlerde yüreğimiz yanıyor... Ben daha bebekken başlayan bu anlamsız savaş bitmiyor, bitecek gibi de görünmüyor.  Halbuki bir anlasak bizim bizden başka dostumuz yok, bir arada olmazsak kolumuz kanadımız kırık olacak...

Bayram tatili için memleketim, Çorum'a gitmiştik. Bir sahafta gördüğüm bu kitap hemen ilgimi çekti. Kitap, 90'lı yıllarda Doğu'da öğretmenlik yapan Filiz Öğretmenin anılarıyla ilgiliydi. Ben de Doğubeyazıt'ta bir buçuk sene öğretmenlik yaptığım için sahneler bana çok tanıdık geldi. Zaman zaman ağlayarak, zaman zaman gülerek, zaman zaman da kızarak kitabı bir çırpıda okudum. Anlatımı yalın ve akıcıydı, konu da ilgimi çektiği için kitabın bittiğini anlayamadım bile. Can korkusu, dil, gelenek, görenek farklılığı nedeniyle Filiz Öğretmenin yaşadıkları; küçücük, minicik çocukların umutları, karşılıksız sevgileri, yöre halkının misafirperverliği beni hemen içine çekti. Doğubeyazıt'ı ve öğrencilerimi özlediğimi hissettim. Ayrıca bana biraz da İki Dil Bir Bavul filmini hatırlattı. Öğretmenliğin saygınlığının kaybettirilmeye çalışılan şu dönemde, öğretmenliğin aslında ne demek olduğunu gösterecek iki güzel örnek bence.

8 Ağustos 2012 Çarşamba

DALYAN

Bloğumda daha önce yazdığım gibi benim için tatil planları erken başlar. Şubat gibi tatilden bahsetmeye başlarım, Nisan gibi aklıma birkaç yer yerleşir, Hazirana kadar değişiklikler olur sonunda da artık o an neresi hoşumuza giderse oraya kırarız rotamızı. Zaten tatili planlamak tatile gitmekten daha eğlenceli bence:))
Bu sene daha önce de eşimle gittiğimiz ve çok sevdiğimiz Kaş vardı aklımızda ilk önce, birkaç pansiyon baktık. Daha sonraları baktığımız bir pansiyon Temmuz-Ağustos ayında önceleri 90 lira olan fiyatını birden 120 liraya çıkarınca sinir olduk ve ordan vazgeçtik bir iki pansiyon daha gördüm ama tam karar veremedik. Şimdi diyeceksiniz neden pansiyon, otel değil de; eşim de ben de otelleri soğuk buluyoruz, çalışanlar olsun, ortam olsun, pansiyonlarda hem daha sıcak bir ortam oluyor hem de pansiyonlar daha uygun fiyatlı. Neyse sonra Bozcaada diye düşündük, ordan yer araştırıyorduk ki eşimin bir arkadaşı Dalyan'da Zakkum Pansiyon diye bir pansiyona gitmiş ve oradan çok memnun kalmış biz de internetten web sayfasına baktık gerek görüntüler gerekse pansiyonla ilgili notlar çok hoşumuza gitti. Dalyana gitmeye karar verdik. Uzun bir otobüs yolculuğundan sonra Ortaca'da indik, terminalde Dalyan'a giden minibüslere bindik. Dalyan'da sora sora pansiyonumuzu bulduk. Pansiyonumuz kral mezarlarının hemen karşısında gölün kıyısında, muhteşem manzaralı bir yerdeydi.

Sabahları o muhteşem manzara eşliğinde kahvaltı yapmak ayrı bir zevkti bizim için.
Şansımıza çok tatlı bir çiftle tanıştık. Onlar da İstanbul'dan geliyorlarmış ve o kadar güzel tuttu ki frekanslarımız sanki çoktandır tanışıyormuşuz gibi güzel vakit geçirdik. İstanbul'da da görüşmeye devam edeceğiz.
Bu da pansiyonumuza takılan şirin bal gözlü kedicik, biz ona Tırmık dedik ve böyle masum durduğuna bakmayın tam bir yaramaz.
Çok güzel bir tatil geçirdik, ama ne yazık ki her tatil gibi kısa geldi.

KÖTÜ YOL-ORHAN KEMAL




 Kanal D'de Orhan Kemal'in kitabından uyarlama yeni bir dizi başladı. Daha önce kitabı okumadım ama diziyi çok beğendim. Bunu sizlerle de paylaşmak istedim. Konusu da şöyle, Çamaşırcı Ayşe Kadın’ın büyük kızı Nuran, çevresi tarafından sürekli güzelliği övülen ve artist namzeti olarak görülen fakir bir kızdır. Bir gün, abisi İhsan tarafından yüklü bir başlık parası karşılığında Bedir Ağa’ya satılır. Nuran’ın tek kurtuluş umudu, büyük bir aşkla sevdiği şoför Reşat’tır. Fakat evlilik hayali kurduğu Reşat’ın, onu patronunun eşiyle aldattığını öğrenince İstanbul’a kaçıp, hep ona söylenen, arada sırada kendisinin de hayallerini kurduğu şeyi yapmaya; yani bir sinema yıldızı olmaya karar verir. Aslında başroldeki Şükran Ovalı'yı daha önce dizilerde genelde kötü rollerde gördüğüm için sevmiyordum ama bu diziyle kendisine hayran kaldım. Kesinlikle rolüne cuk diye oturmuş. Ağabey rolündeki Ferit Kaya'yı Öyle Bir Geçer Zaman ki'deki rolünden hatırlıyoruz ama bu dizide kesinlikle tam yerini bulmuş ve bence yeni bir Fırat Tanış doğuyor diyebiliriz. Henüz izlemediyseniz kesinlikle bir şans verin derim. Tek temennim diğer diziler gibi tuttu diye cılkının çıkarılmaması.

7 Ağustos 2012 Salı

THE HELP-DUYGULARIN RENGİ

Uzun bir aradan sonra tekrar merhaba, izne çıktığım için bloğumla çok ilgilenemedim. Beş günlük kısa bir tatilden sonra annemlere gittim, orda da bir hafta geçirdikten sonra bu pazartesi de işe başladım. Tatil yetmedi, tadı damağımda kaldı ne deyim. Neyse bayrama çok da bir şey kalmadı:)) Bu da tatil kitabım, tatille ilgili ayrı bir post hazırlayacağım, beklemede kalın anacığım:)
Kitabımız 1960lı yıllarda, zencilerin yeni yeni hak mücadelesi vermeye  başladığı yıllarda, geçiyor. Aibeleen, beyaz bir ailenin yanında çalışan zenci bir hizmetçidir. O ailenin hem işlerini yapar hem de küçük kızlarına bakar. Küçük kızla annesi ilgilenmemekte, kız kendini Aibeleen'e yakın hissetmektedir. Evin hanımının yakın arkadaşlarından Bayan Skeeter, yazı yazmaya meraklıdır. Yanlarında çalışan, çok sevdiği hizmetçinin kendisine haber dahi veremeden evden ayrılışı ve gruptaki diğer arkadaşlarının zenci hizmetçilere karşı tavırlarından rahatsız olması ardından zenci hizmetçilerin, beyaz aileler yanında çalışmaları konusunda bir kitap yazmaya karar verir ve ilk Aibeleen'e bu konuda başvurur ve aralarında inanılmaz güzel bir bağ oluşur. 
Irkı, rengi, düşüncesi ne olursa olsun insana insan olduğu için değer verilmesi üzerine güzel bir kitaptı. Yakınlarda filmi de çekilmiş, fırsat bulur bulmaz onu da izlemeyi düşünüyorum. Duyan da okumayanlar ya da okumayı düşünenler varsa vakit kaybetmesinler:) Sevgilerleee