29 Aralık 2015 Salı

İSTİBDAT KUMPANYASI - TİYATRO

İstibdat Kumpanyası geçen seneden beri gitmek istediğim bir oyundu. Geçen sene buna nail olamadım ama bu sene bu güzel oyunu izleyebildim. Beklentimi yüksek tuttuğum halde gayet beklentimi karşılayan bir oyun oldu, iyi ki de gitmişim dedirtti bana. Oyunun başrolünde Levent Üzümcü (Kişiliğini ve oyunculuğunu çok beğenirim) vardı ancak oyunun yan karakterleri de en az onun kadar başarılıydı ve oyunun sonunda hep beraber selamladılar seyirciyi, ayrı ayrı hiç bir oyuncu çıkmadı, bu da bence güzel, duyarlı bir davranıştı. Şimdi gelelim oyunun konusuna: İstibdat döneminde Osmanlı padişahı Abdülhamit'e karşı isyan  çıkarmayı planlayan bir paşa, bunu bir tiyatro oyunu aracılığıyla yapmaya karar verir ve bunun için Mösyö Samuel'i görevlendirir. Oynanacak oyun da Cyrano de Bergerac'tır. Paşanın bu oyunu seçme sebebi de Cyrano ve Sultan Abdülhamit arasındaki ortak nokta: büyük burundur. Mösyö Samuel'in yanına bu oyunu sahnelemesi için yarı amatör bir topluluk verilir. Toplulukta kekemeden, külhanbeyine, ağzı bozuk kantocu madama  kadar değişik karakterler vardır. Bakalım Mösyö Samuel, bu oyunu bu oyuncularla nasıl sahneleyecektir? Bir yanda kelle kaybetme tehlikesi bir yanda sanatı icra etme isteği ve sansür altında tiyatro yapma; Mösyö Samuel'i ne kadar zor durumda bırakacaktır? Yaklaşık iki saat süren bir oyun ama gerçekten her dakikası eğlenceli geçti. Bir ara gülmekten gözlerimden yaş geldi. Böyle sıkıntılı bir dönem ancak bu kadar komik ve nüktedan anlatılabilir. Tabii ki oyun güldürürken bu arada tarih tekerrürden ibarettir diye de insanı düşündürmüyor değil. İzleyin izlettirin derim. Sevgilerle...



28 Aralık 2015 Pazartesi

BİR FİLM VE BİR KİTAP

Aralık ayını ve 2015'i güzel havayla uğurlayacağız sanırım İstanbul'da. Birkaç gündür özellikle hava daha da güzelleşti. Şaka maka sene sonuna geldik ve birkaç gün sonra yeniyıla girmiş olacağız. Bu arada yılbaşı kutlama tartışmaları son gaz devam etmekte. Her sene bu muhabbetin bu kadar rağbet görmesi beni şaşırtıyor ve milletçe ne boş şeylerle uğraşıyoruz dedirtiyor bana. Bir türlü başkasının elalemi olmaktan vazgeçemiyoruz. Herkes kendi işine baksa çok daha mutlu olacağız ama... Neyse bende senenin son yazılarını hazırlayayım dedim. Geçen senelerde yazdıklarımı okuyup nostalji yapıyorum ayrıca dijital aleme bir seda bırakıyorum kendimce :) İlerdeki tablet yazıları da bu yazılanlar olacak zaten. Gerçi bu kadar kalabalıkta benimkiler bulunabilir mi bilmiyorum :) Bu kadar gevezelikten sonra geçelim film ve kitap tanıtımımıza. İsmail Hacıoğlu ve Zeynep Çamcı'nın başrollerini paylaştığı Meryem filmiyle başlayayım. Köylü kızı Meryem görücü usulü Mustafa ile evlendirilir. Mustafa evlendikten kısa bir süre sonra İstanbul'a iş bulmaya gider ve Meryem'i kendi ailesiyle birlikte bırakır. Meryem, yeni evliliğini anlayamadan evin işleri, kayınvalidesinin zaman zaman kendisine kötü davranmasıyla başbaşa kalır. Bu arada askere gitmeden önce Meryem'e aşık olan Murat köye geri dönmüştür. Murat, Meryem'i yakından takip etmektedir ama Meryem kendini olabildiğince ondan uzak tutmaya çalışmaktadır. Filmde İsmail Hacıoğlu'nun rolü filme tam oturmamış gibi geldi. İsmail Hacıoğlu'ndan değil de senaryodan kaynaklanan bir yüzeysellik bence. Zeynep Çamcı ise Recep İvedik'teki rolünün aksine çok derin oynamış rolünü ve gerçek bir Meryem olmuş.Sonu şaşırtıcı olan bir filmdi. İzlerken kaç tane kadının bu şekilde umutlarının söndürüldüğünü düşündüm Anadolu'da. Kayınvalide ve kayınpeder yanında, eşi başka yerlerde, sadece o evin işlerini görmek üzere evlendirilmiş kadınlar...

Şimdi beğenerek iki günde okuduğum Zülfü Livaneli'nin Engereğin Gözü adlı kitabını anlatayım biraz. Tarihi romanları çok sevdiğimden bahsetmiştim diğer yazılarımda, bu da güzel bir tarihi roman. Köle tüccarları tarafından esir alınarak hadım edilip Osmanlı sarayına satılan Haremağası Süleyman'ın ağzından anlatılıyor hikaye. Haremağasının büyük bir sadakatle bağlı olduğu padişah, tahtından indirilip bir harem dairesine cariyesiyle birlikte kapatılır. Haremağasının padişahla birlikte hapsedilen Gülbeden isimli cariyeye ayrı bir zaafı vardır ve Gülbeden'le iletişim kurabilmek, onun yaşayıp yaşamadığını anlamak için padişahla iletişime geçmesi gerektiğini düşünür ve bir şekilde efendisinin yemek ve isteklerini karşılamakla görevlendirilmek için Valide Sultan'ı razı eder. Bu görevini yerine getirirken ilk zamanlar büyük saygı duyduğu ve korktuğu padişahın da insani özellikler taşıdığını anlar ve artık sona yaklaştığı anlaşılan padişahı teselli etmeye çalışır, ona Mevlana'dan, Yunus'tan vecizeler okur. Padişahın da dışarıyla tek bağı bu haremağasıdır ve Padişah da ona büyük bir minnet duyar. Geri kalanını okumak isteyenler için anlatmamayım ama sürükleyici ve akıcı bir roman. Zülfü Livaneli kiraplarını ve tarihi romanları sevenlere tavsiye ederim.


19 Aralık 2015 Cumartesi

AŞK MEÇHULE YÜRÜR - FİLİZ ÖZDEM

Herkese merhabalar, en son yazı yazdığımın üzerinden epeyce bir zaman geçmiş. Hele kitap yazısı yazmayalı epeyce bir olmuş ne yazık ki bu kitaptan önceki okuduğum kitabı yarım bırakmak zorunda kaldım. Galiba ben hayal edemediğim kitapları okuyamıyorum yani gözümün önünde anlatılan sahne tam olarak canlanacak, bu durum olmayınca kitap beni sarmıyor ve öylesine okuyormuşum gibi oluyor en sonunda da kaçınılmaz son bitirmeden kitabı bırakıvermek gerçekleşiyor... Keşke bu durumu peşin peşin kabul edip kitabı okumayı sürdürmesem ama bazen diyorum ki bu kadar insan beğenmiş bir şey vardır belki daha sonra açılacak diye ama genelde olmuyor. O yüzden kitap yazısı hazırlamam biraz uzun sürdü. Şimdi yeni bitirdiğim kitap Aşk Meçhule Yürür'den bahsedeyim biraz. Filiz Özdem daha önce okumadığım bir yazar, ilk kez bu kitapla tanışmış oldum kendisiyle. İlk başladığımda kitap inanılmaz içine çekti beni, Mercan'ın hikayesini öğrenmek istedim. Kitaba hakim olan zaten Mercan'ın içinde bulunduğu iç karartıcı hal ve çaresizlik. Birçok yerde anlatılan hikayenin içinde buldum kendimi. Mercan'ı, Ziya'yı, Abidin'i, Meltem'i yakından izledim. Hepsinin tipi gözümde canlandı.  İlk kısımda anlatılanların daha sonra beklenmedik bir şekilde değişmesi zihnimde yarattığım karakterleri tepetaklak etse de ilginç ve okunmaya değer bulduğum bir kitap oldu.

"Yaşadığın anın içinde kendini yetişkin sanıyorsun. Halbuki üzerinden yıllar geçtikçe, hafızanın fotoğrafhanesindeki karelere baktıkça, insanın burnunun direği sızlıyor, hayata ve kendisine karşı içi merhametle doluyor. Meğer çocukmuşuz hep..." 

"Öyle işte, hayallerinde, canının istediği gibi eğip bükerek birini sevmek ne kolay, değil mi? Hiç mızıkçılık etmeyen, hiç canını sıkmayan, tamamen senin hükmünde olan birini..."

"Meltem ona bir işaret koymuştu. İşaret konmaya değer biri olduğunu hissettirmişti."

"Belki de ruh denen, karanlığa,  dibe doğru uzanan derin bir kuyu değil; gittiği her yöne doğru çatallanan, pek çok irili ufaklı yola bölünerek labirentler şeklinde dibine, dikine, verev, döngüsel, yatay, karmaşık yollar izleyen, başına buyruk sarmal bir kuyuydu."

"-Neden kendine yeni bir hayat kurmadın?
 - Kuramadım Ziya. Kuramadım işte. Ben herkeste sende olmayanları aradım. Sende olmayanları bulduğumda da, sende olanların hasretiyle yandım."