27 Şubat 2016 Cumartesi

İKİ FİLM

Yakın zamanda izlediğim iki güzel ve çarpıcı filmden bahsetmek istiyorum sizlere. Her ikisi de Nazi Dönemiyle ilgili. Daha önce bu döneme ait ismini hatırladığım ya da hatırlamadığım, izlerken de keşke sadece film olsalarmış diye düşündüğüm çok fazla film izledim. Benim izlerken dayanamadıklarımı insanlar yaşamışlar ne yazık ki.
İlk filmimiz arkadaşımın tavsiye ettiği Çizgili Pijamalı Çocuk. Anne, baba ve iki çocuktan oluşan çekirdek bir Alman ailenin evden taşınma hazırlıklarıyla film başlıyor. Ailenin babası da bir Nazi subayı. Taşındıkları yeni ev ise babanın yeni görev yeri olan toplama kampına çok yakın. Ailenin erkek çocuğu (Bruno) taşındıkları yerde çok sıkılmakta, uzakta gördüğü çiftlikte (toplama kampı olduğunu anlamıyor) dolaşan pijamalı çocuklarla arkadaşlık yapmak istiyor. Annesi, evin o tarafına geçmemesi konusunda çocuğu uyarıyor ama çocuk merakına yenik düşüyor. Birgün evden çıkıp kampa gidiyor ve orada gördüğü yaşıtı bir çocukla (Shmuel) konuşmaya başlıyor. Daha sonraları fırsat buldukça çocuğun yanına gidip onunla arkadaşlık yapıyor. Film oldukça hüzünlü ve etkileyiciydi. Her iki çocuğun oyunculuğu ise hayran bırakan cinstendi. Film bittikten sonra kolay kolay etkisinden çıkamadım.

"Büyüklerin ne yapmak istediklerine karar verememeleri ne kadar tuhaf. Mesela Pavel. Eskiden bir doktormuş fakat patates soymak için doktorluktan vazgeçmiş."

Bruno: Neden sürekli pijama giyiyorsun?
Shmuel: Çünkü askerler diğer kıyafetlerimizi alıyorlar.
Bruno: Benim babam da bir asker ama başkalarının kıyafetlerini alan cinsten değil.



İkinci film ise sinemada izlediğim Saul'un Oğlu filmi. Filmekimi'nde de yer alan bu filmi o zaman da merak etmiştim ama saatleri ya da sinema salonunun yeri uymadığı için gidememiştim. Daha önce çekilen Nazi Dönemi filmlerinden farklı olduğunun söylenmesi özellikle ilgimi çekmişti. Sonunda bu filmi de izleyebildim. Filmin konusu ise şu şekilde; Krematoryum'da çalıştırılan Yahudilerden biri olan Saul (4 ay süreyle orada çalıştırılıyorlar ve daha sonra onların da sonu aynı oluyor), küçük bir çocuğun öldürülüşüne şahit olur ve çocuğu usulüne uygun şekilde defnetmek en büyük amacı olur. Bunun için ilk önce çocuğun cesedini Almanlar'dan kurtarmalı ve bir haham bulmalıdır. Bu uğurda hem kendisini hem de diğer arkadaşlarını tehlikeye atmakta bir an bile tereddüt etmez. Saul'u canlandıran Geza Röhrig'in oyunculuğu inanılmaz. Umutsuzluk, hissizleşme hepsi yüzünden ayan beyan okunuyor. Filmde benim için en ilgi çekici yan ise bu acı olayın diğer izlediğim filmler gibi ele alınmaması, insanların yaşadıkları dehşetin açık ve iç acıtı bir şekilde değil daha belirsiz şekilde verilmesiydi. Üst üste atılmış cesetler, öldürülmek için getirilmiş binlerce insanın çığlıkları, krematoryuma atılan cesetler hep arka planda. İç parçalayan herhangi bir müzik de yoktu. Bu açıdan izlediğim bu tür filmlerden çok ayrı olmuş. Ama bunlar garip bir şekilde filmi daha gerçekçi yapmış bence. İlginç bir filmdi.
"Ölü biri için yaşayanları hayal kırıklığına uğrattın"
"Biz zaten ölüyüz."



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder