16 Aralık 2014 Salı

Bizim Büyük Çaresizliğimiz-Barış Bıçakçı

Barış Bıçakçı'yı ilk kez okuyorum. Bizim Büyük Çaresizliğimiz, 2004 yılı basımıymış ama ben son zamanlarda raflarda görmeye başlamıştım ve yeni bir kitap zannediyordum. Meğerse filmi çekildikten sonra ünlü olan kitaplardan biriymiş. Romanımız aynı evi paylaşan orta yaşlı iki arkadaşın, aynı kıza aşık olmalarını konu ediyor. Aynı kıza aşık olma, arkadaşla rekabete girme vs. kabul edilebilir bir durum ancak bu kızın başka arkadaşlarının kız kardeşi olması bence olayı garipleştiriyor. Kız, Ankara'da üniversiteyi okumak üzere hikayemizin baş kahramanları Ender ve Çetin'e emanet ediliyor. İlk başta her ikisiyle de samimi olmayan kızımız zamanla onlara yakınlık gösteriyor ve birlikte daha çok vakit geçirmeye başlıyorlar. Gel zaman git zaman ikisi de kıza karşı duygusal hisler beslemeye başlıyorlar. Kitabı okumayı düşünenler için konusu hakkında daha çok bilgi vermemeyim. Dil olarak yalın ve akıcı, fakat ben konu olarak çok beğenemedim. Bir de sayfalar dolusu Nihal (romandaki kız) güzellemesi okumak biraz fenalık getirdi bana. Ama kitabın beğeneni beğenmeyeninden daha çok belki de benim göremediğim bir şey vardır kitapta :)

29 Kasım 2014 Cumartesi

ÖLÜ GÖMME TÖRENLERİ

1800'lü yılların İzlandası'nda bir çiftlikte korkunç bir cinayet işlenir. Çiftlik sahibi ve bir arkadaşı feci şekilde öldürülür. Şüpheliler ise çiftlik sahibinin iki kadın hizmetçisi ile o hizmetçilerden birinin sevgilisidir. Bu hizmetçilerden birisi Agnes Magnúsdóttir'dir. İdama mahkum edilen Agnes, idam gerçekleşene kadar bir çiftlikte tutulacaktır. Çiftliktekiler bu görevi yerine getirmede son derece isteksizlerdir. Ama Agnes'ı tanıdıkça ona karşı tavırlarında da değişiklik olur. Ayrıca Agnes'ın idama hazırlanması için Agnes tarafından talep edilen Rahip Toti de onun son anına kadar yanında olur. Sonu bilinen bir kitabı bu kadar merak ederek okuyacağımı düşünmezdim, olaylardaki gizem gayet güzel kullanılmış ve bu gizem, kitabın sonuna kadar okuyucunun ilgisini yüksek tutmaya yarar nitelikte. Beğenerek okuduğum bir kitap oldu. Tarihe ve İzlanda'ya ilgi duyanlara tavsiye ederim.
Bunlar da yeni kitaplarım :) Okunmak için sıralarını bekliyorlar, ben de hepsini ayrı ayrı merak ediyorum. 
Şu sıralar çocuk kitaplarının peşindeyim. Yazılıdan 100 alan kuzucuklara armağan ediyorum. Bu küçük kitapların motive etmede bu kadar başarılı olacaklarını düşünmezdim. Bunlar da sahiplerine kavuşmayı heyecanla bekleyenler :)


BİR DELİNİN HATIRA DEFTERİ


İlk kez geçen sene Nazım Hikmet'in yapıtlarından uyarlamış olduğu "İnsanlarım" oyununda izledim Genco Erkal'ı. Sahnede devleşen ustayı bu kadar yakından görmek, seslendirdiği şiirleri yaşamak, aynı havayı solumak çok farklıydı. 
Geçenlerde 50 yıl önce Genco Erkal tarafından ilk kez oynanan Bir Delinin Hatıra Defteri adlı oyunun yeniden sahneleneceğini duyunca çok heyecanlandım. Bu oyunun Erdal Beşikçioğlu tarafından Ankara'da kapalı gişe oynadığını da duymuştum. O zamanlar da çok ilgimi çekmişti ama oyunun Ankara'da olması nedeniyle gidememiştim. Artık bu ölümsüz eseri izlemenin tam zamanıydı. Oyun Kenter Tiyatrosundaydı, ilk kez gittiğim Kenter Tiyatrosuna da bayıldım. Nostaljik bir havaya sahip tiyatroda, Müşfik ve Yıldız Kenter'in emekleri o kadar belli oluyordu ki... Neyse tekrar oyuna dönmek gerekirse uzun zamandır bir oyundan bu kadar zevk aldığımı hatırlamıyorum. Dekor, oyunculuk, konu, müzik hepsi mükemmeldi. Yabancı eserlerden uyarlanan oyunlar genelde bana yapay gelirdi ama bunda asla öyle bir his duymadım. Aslında trajik olan bir durum o kadar güzel bir şekilde anlatılmış ki oyun süresince sürekli bir kıkırdama halinde oluyorsunuz. Genco Erkal'ın performansı ise tek başına bir şaheserdi. O kadar gerçekçi ve inandırıcıydı ki son kısımda haline çok üzüldüm. Beğenimi anlatacak kelime bulamıyorum o yüzden gidin ve bu mükemmel oyunu izleyin derim, kesinlikle pişman olmayacaksınız. Sevgilerimle...


7 Eylül 2014 Pazar

THE MAN WHO WILL COME (L'UOMO CHE VERRA) ONU BEKLERKEN


2. Dünya Savaşı zamanları, küçük Martina ailesiyle birlikte İtalya kırsalında yaşıyor, birkaç sene önce küçük kardeşini kaybetmiş ve o zamandan beri konuşmuyor. İtalya da Almanların işgali altında, filmin başlarında Almanların İtalyanlara zarar verme amaçları yok gibi görünüyor ama tabii ki onların gelmesi bir tedirginlik yaratıyor. Film Martina'nın gözünden anlatılıyor. Küçük kız birçok dehşet verici olaya tanıklık ediyor (içimden bu kızcağız ömür billah konuşmaz artık diye düşündüm film boyunca). Filmde Almanların acımasızlığı tavan yapmış, film bittiğinde içim şişmişti, çok üzüldüm olanlara. 2. Dünya Savaşının farklı bir millette yaratmış olduğu yıkımı görmek isteyenlere tavsiye ederim.

FIRINDAN YENİ ÇIKMIŞ SIMSICAK TAHILLI EKMEKLER :)

Çoktandır evde ekmek yapma işine girmek istiyordum ama açıkçası çekiniyordum, ya olmazsa diye. Aslında ekmek yapma makinesi almayı düşünüyordum ama gerçekten hiç gerek yokmuş, fırında da gayet güzel ekmeklerim oldu. Bugün un araştırması yaptım, Söke Un'un hazır un karışımları varmış. Tahıllı, çavdarlı vs. Onu almak amacıyla dışarı çıktım. Tahıllı Un karışımı yazan kutuyu biraz kontrol ettikten sonra aldım ve eve döndüm. Meğerse aldığım karışım Sinangil Un'a aitmiş ama ben bunu da çok beğendim, belki Söke Un'u da daha sonra denerim. Bu arada kutunun üzerinde hem ekmek yapma makinesiyle hem de normal fırınla yapılma tarifleri yer alıyor. Denilenleri uyguladım (10 dk. yoğurma kol kaslarımı iyi çalıştırdı :) ve yumuşacık güzel ekmekçiklerim oldu :) Evde ekmek yapmayı denemeyi düşünenler hiç tereddüt etmesinler, süper bir lezzet için kolları sıvasınlar derim :) Sevgilerle

9 Ağustos 2014 Cumartesi

İKİ FİLM - AŞK (HER) ve GÜVE GÜNLÜKLERİ

Geçen günlerde izlediğim ve beğendiğim iki filmi anlatmasam olmayacaktı :) Tabi durur muyum hemen döşendim yazıyı :) 
Aşk'la başlayalım. Bilimkurgu, romantizm ve dram içiçe ve birbirleriyle o kadar uyumlular ki filmde herhangi bir kopukluk hissi yaşamıyorsunuz yani en azından ben yaşamadım. Teknolojinin iyice ilerlemesiyle insanlar arasındaki sınrılar daha da artmış; insanlar, bilgisayar üzerinde geliştirilen bir sistemle arkadaş olabilmektedir. Theodore da kadın sesine sahip bir bilgisayar sistemiyle arkadaş olmuştur. Film bu ya bilgisayar sistemi hiç de öyle mekanik bir özelliğe sahip değildir, bildiğin arkadaş gibidir ve Theodore'a can yoldaşı olmuştur. Zamanla birbirlerine aşık olmaya başlarlar ve sonrasını merak edenler bir baksın derim.
İkinci filmimiz bir gerilim filmi, uzun zamandır izlediğim en iyi gerilim diyebilirim. Kurgusu güzel, oyunculuk gerçekçi, ortam da yeterince korkutucu, yani bundan iyisi Şam'da kayısı :) 16 yaşındaki Rebecca en iyi arkadaşı Lucy'le yeni okul döneminin heyecanını yaşamaktadır. Ancak okula yeni gelen Ernessa, Lucy'nin ondan uzaklaşmasına sebep olur. Ernassa'nın tuhaf tavırları onu rahatsız etse de bunun sebebinin Lucy'i kıskanmak olduğunu düşünmektedir. Okulda tuhaf durumlar giderek artmakta ve Rebecca gittikçe Ernassa'dan daha da kuşkulanmaktadır. 




YANAR DÖNER OJE RIMMEL METAL RUSH 2257

Aslında ojede biraz daha naturel tonları tercih ediyorum ama arada böyle değişik tonları da tırnaklarımda görmek beni mutlu ediyor. Ojenin renginde sarılık, morluk, yeşillik var; ışığa ve açıya göre renkler farklı görünebiliyor. Bu tonları sevenlere tavsiye ederim.

TAM BUĞDAY UNLU HİNDİSTAN CEVİZLİ KEK

Geçenki yazımda bahsettiğim tam buğday unlu hindistan cevizli kek ile karşınızdayım :) İlk kez tam buğday unuyla kek deniyorum ve beyaz undan çok daha güzel bir dokuya sahip oldu kekim. Ancak hindistan cevizini bu keke çok yakıştıramadım. Bence havuçlu cevizli kek tam buğday unuyla süper olur. Bir ara da onu deneyeyim bari :) Şimdi malzemelerimize geçelim:
3 yumurta (oda sıcaklığında)
1 su bardağı süt (oda sıcaklığında)
Yarım su bardağı sıvı yağ
Yarım su bardağı şeker
1 pk. hamur kabartma tozu
1 pk. vanilya
2,5 su bargağı tam buğday unu

Yumurta ile şekeri iyice çırpın.  Sonra sıvı malzemeleri ekleyin ardından da kuru malzemeleri ekleyin. 170 derece önceden ısıtılmamış fırında 40-45 dk. pişirin.

7 Ağustos 2014 Perşembe

KIŞ UYKUSU



Altın Palmiye ödüllü, medarı iftiharımız Nuri Bilge Ceylan'ın son filmi Kış Uykusu, küçük bir otelde yaşayan Aydın, eşi, ablası ve onların çalışanları etrafında şekillenen bir film. Aslında uzun uzadıya size filmi anlatmak istemiyorum çünkü konusudur, karakterlerdir birçok yerde anlatılıyor. Ben daha çok kendi hissettiklerimi paylaşmak istiyorum. 3 saat süren bir film ancak insan hiç anlamıyor bu 3 saatin nasıl geçtiğini; diyaloglar, filmin ortamı kendisine çekiyor. Her karaktere bir şekilde değinilmiş kimse es geçilmiyor. Herkes bir ölçüde kötü, bir ölçüde iyi. Bir an ona hak veriyorsun, bir an diğer karaktere yakınlık duyuyorsun; bu filmin sonuna kadar böyle devam ediyor ve kimseye tam anlamıyla kızamıyorsun ya da tam anlamıyla sevemiyorsun. Yani tamamen hayattan kişiler filmin karakterleri. Haluk Bilginer'i izlemeyi normalde sevmem ama bu filmde gerçekten bildiğim, hep aynı şekilde oynayan (tabii ki bana göre) Haluk Bilginer gitmiş yerine bambaşka bir kişi, filmin baş karakteri Aydın gelmiş. İzlerken hayran olmamak elde değil. Melisa Sözen'i bu filmde çoğu kişi beğenmemiş ben o kadar yargılayıcı bakmadım ama Bir Bulut Olsam dizisinde oynadığı Narin karakterine çok benzettim filmdeki halini, o yönden yeni bir bakış açısı verememiş gibi geldi, ama yine de ben onu da çok beğendim. İmamı oynayan Serhat Kılıç ise ayrı bir oyunculuk başarısı göstermiş. Filmin çekildiği otel ve mevsimin birbirine uyumu ise mükemmeldi. İnsanın oralara gidip inzivaya çekilesi geliyor. Şimdilik filmle ilgili aklıma gelenler bunlar, ama kesinlikle gidip izleyin derim. Umarım Oscar'ı da alır, gerçekten hak ediyor çünkü.

MISIR UNLU TUZLU KEK, KURU ÜZÜMLÜ KURABİYE

Karanlık, fırtınalı, yağmurlu, serin bir günden merhabalar... Havanın serinlemesi güzel oldu ama kaç senedir böyle bir fırtına görmemiştim. Pencereden dışarı bakarken bile içim ürperdi.Tabi evden çıkmak da mümkün olmadı. Arkadaşımla buluşacaktım ama yağmurun başlaması üzerine ikimiz de tedirgin olup başka bir güne erteledik. Eee kötü havada napılır, mutfakta mamalar hazırlanır :) Bu mamalar daha önceden hazırladığım ama sizlerle paylaşamadığım mamalar. Şimdi fırında tam buğday unlu hindistan cevizli kek yavaş yavaş pişiyor. Onu da daha sonra paylaşayım, hele bi şunları sizlerin de beğenisine sunayım dedim.
İlk tarifim Mısır Unlu Tuzlu Peynirli Kek (İsim de pek uzun oldu)
3 yumurta (oda sıcaklığında)
1 çay kaşığı tuz
1 su bardağı yoğurt (oda sıcaklığında)
Yarım su bardağı sıvı yağ
1 pk. hamur kabartma tozu
1 su bardağı mısır unu
1 su bardağı beyaz un
1 su bardağı beyaz peynir (mümkünse yarım yağlı)
Nane, maydanoz, dereotu (tercihe bağlı)
Üstü için susam

Yumurta ve tuzu iyice çırpın, sonra yoğurt ve yağı ekleyin. Unları ve hamur kabartma tozunu ekledikten sonra yeşillikleri ve beyaz peyniri de hamurunuza katın. Üzerine susam serpip, 170 derece daha önceden ısıtılmamış fırında 40-45 dk. pişirin.

İkinci tarifimiz ise anne kurabiyesi
1 yumurta
Yarım paket margarin
1 su bardağı pudra şekeri
2 kaşık yoğurt
Kuru üzüm
1 pk. hamur kabartma tozu, 1 pk. vanilya
Aldığı kadar un


Yumurta, margarin, şeker ve yoğurdu birbirine karışana kadar elinizle ya da çatalla çırpın. Sonra kuru malzemeleri ekleyin. 170-180 derece fırında 20 dk. pişirin. Afiyetler olsun :)

15 Haziran 2014 Pazar

BRİDA ve PUSLU KITALAR ATLASI

Durulmayan bir ülke gündemiyle karşı karşıyayız. Kaç senedir çalan savaş tamtamlarına karşı insan kendini kapatmaya çalışsa da olmuyor. Hergün yeni bir olay, hergün yeni bir belirsizlik yuvarlanıp gidiyoruz. Böyleyken savaştan korkmadığını iddia eden tuhaf canlılar türemiş etrafta, yaşanan olayların söylentiden ibaret olduğunu da söylüyor bunlar, ilginç...
Son okuduğum iki kitap. Bir tanesi Brida, Paulo Coelho'nun kitabı. Daha önce Paulo Coelho okuyanlar bilir, kendisi mistik şeylerle ilgili yazmayı daha çok seviyor ya da tercih ediyor. Bu kitapta cadı olmaya karar veren, 6. hissi kuvvetli bir kızın hikayesi anlatılıyor. Diğer romanlarıyla bu açıdan benzerlik gösteriyor. Yine sonsuz aydınlanmayı bulmak isteyen biri ve ona yardımcı olan karakterler. Güzel bir kitaptı ama ben artık bu tarz konulardan sıkılmışım galiba o yüzden son kısımlarını biraz atlayarak okudum ne yalan söyleyim.
Diğer kitabımız ise Puslu Kıtalar Atlası, İhsan Oktay Anar'ın... Daha önce İhsan Oktay Anar okumamıştım. Yazarla ilk tanışma kitabım oldu ve tanışıklığımızın süreceğini de böylece anlamış oldum. İlk birkaç sayfayı okuduğumda cümlelerin griftliği, hayali tarzda anlatım, karakterleri hemen oturtamamam beni biraz panikletse de 30-40 sayfa sonra kitap su gibi akmaya başladı. Normalde böyle fantastik şeyleri sevmem ve okurken sıkılırım ama anlatımı o kadar insanı içine çekiyor ki hiç sıkılmadım diyebilirim. Tabi arada sırada bilmediğim Osmanlıca kelimeler karşıma çıkmadı değil ama onlar da hikayenin bütünlüğünde eriyip gidiyordu. Daha önce okumamış olanlara tavsiye eder, sıkıntısız, güneşli bir Pazar dilerim.

15 Mayıs 2014 Perşembe

....

Aslında söyleyecek o kadar şeyinin olup hiçbir şey söyleyememek, içinden geçenleri ifade edecek söz bulamamak belki... Birkaç senedir sayelerinde zorunlu olarak öğrendiklerimize maden ocağıyla ilgili bilgiler de eklendi. 250 bin dolara alınabilecek bir yaşam odasının en az 40 işçiyi kurtarabileceğini ama para babalarımızın senede bir değiştirecekleri lüks arabanın 40 hayattan daha değerli olduğunu da... Ne de olsa çok fazla insan var sırada bekleyen ölmek için. Fakirin kaderi bu, ÖLMEK...

4 Mayıs 2014 Pazar

72. KOĞUŞ ve AMERİKAN RAPSODİ

Pazar günü film izlemek isteyenler için tavsiye edebileceğim iki film. 72. Koğuş'la başlayalım. Orhan Kemal'in aynı adlı eserinden sinemaya aktarılmış bir film. Başrollerde Yavuz Bingöl, Hülya Avşar, Kerem Alışık, Songül Öden var. Daha önceki sinema filminde kaptanı Kadir İnanır canlandırmış, onu izlemediğim için bir karşılaştırma yapamayacağım. Genel olarak beğendiğim bir film oldu. Yavuz Bingöl'ün Karadeniz şivesinden zaman zaman kopmasına rağmen rolünü güzel yaptığını düşünüyorum. Hülya Avşar için ise aynı şeyleri söyleyemeyeceğim. Film süresince Hülya Avşar gençken daha iyi rol yapıyordu diye düşünmeden edemedim. Songül Öden'den bahsetmeden geçemeyeceğim. İlk kez Gümüş dizisinde izlemiştim Songül Öden'i ve hiç beğenmiyordum kendini de, oyunculuğunu da... Gel zaman git zaman bu düşüncem değişmeye başladı. Hatta Umutsuz Ev Kadınlar'ına denk geldiğimde bazen sırf onun sahnesi için baktığım oldu. Bu filmde ise rolüne cuk oturmuştu. O kadar güzel ve masumdu ki... Ve büyük usta Ahmet Mekin, sadece gözlerle nasıl rol yapılabileceğini bir kez daha sayesinde görmüş olduk. Keşke ustayı, projelerde daha çok görebilsek. 1940lı yıllarda yokluk, açlık içindeki bir koğuş, yiyecek bir lokma ekmeğe bile hasret insanlar, açlığın insanı düşürdüğü durumlar ve bundan yararlanan insan müsveddeleri... Filmi izledikten sonra yorumlara baktığımda kitapta olmayan tecavüz sahnesinin filme eklendiğini ve bununla prim yapılmaya çalışıldığını okudum. Halbuki bu sahne olmadan da anlatılanlar dikkat çekici ve rahatsız ediciydi. Filmi izlememiş ve henüz kitabı okumamışlara kitabı okuduktan sonra filmi izlemelerini tavsiye ederim. 

"Açlığın olduğu yerde zalim, zalimin olduğu yerde açlık vardır."
 

"Hayat dediğin alçak bir kapı.öyle ki geçmek için eğilmek gerekir.İnsan gibi insan olan eğilmez.Vurur kazmayı kapıya yıkıp geçer. Lakin beş parmağın beşi bir değil. Kimine sürünmek bile dokunmaz, hayatın imtihan kapılarından geçsin yeter."

 Diğer filmimiz Amerikan Rapsodi, uzun zamandır bu kadar odaklanarak film izlememiştim. Gerçek bir hayat hikayesine dayanan filmde, Macaristan'da Stalin'in hüküm sürdüğü dönemlerde, Macaristan'dan Amerika'ya kaçmak zorunda kalan bir ailenin geride bebeklerini bırakmaları anlatılıyor. Bebek, büyükannesi tarafından bir aileye emanet ediliyor. Aile, küçük kıza kendi kızları gibi bakıyor ve onu çok seviyorlar. Kız 6 yaşına geldiğinde ise artık gerçek ailesinin yanına dönüyor. Küçük kızın gerçek ailesine, onların çevresine alışmaya çalışması, Macaristan'daki ailesini özlemesi, büyüdükçe gerçekte ait olduğu yeri bulmaya çalışması bu sırada annesiyle yaşadığı çatışmalar çok güzel verilmiş. Film boyunca gözyaşlarımı tutamadım, Macaristan'da kıza kendi çocukları gibi bakan aileye ayrı üzüldüm, kızın gerçek ailesine ayrı, kıza ayrı... Çok güzel bir filmdi, izlememiş olanlara tavsiye eder; huzurlu, neşeli, güzel bir Pazar günü dilerim. 





27 Nisan 2014 Pazar

DARA GEZİSİ-ANADOLU QUARTET KONSERİ




Mardin etkinlik sayfasında Anadolu Quartet adlı bir grubun konser ilanı vardı. Google'da grubun müzik videosunu bulup izlediğimde çok hoşuma gitti. Tarihi ve ulaşımı bana uygun olmadığı için arkadaşım Evrim'e haber verdim belki gitmek ister diye. O da bir arkadaşıyla gitmeye karar vermişti, ancak arkadaşının bir işi çıkınca ve Midyat'tan konser için minibüs ayarlanacağını duyunca bana gelmek isteyip istemeyeceğimi sordu. İkiletmeden kabul ettim, iyi ki de etmişim çünkü çok güzel bir gün geçirdik. İlk olarak Dara Antik Kentine uğradık. Dara Antik Kenti, Mardin Nusaybin yolu üzerinde bulunan Mezopotamya'nın en eski yerleşim yerlerinden biri. Bizanslılardan kalma. Çalışmaların devam etmesi nedeniyle kapalı olan kısımlar olsa da orayı görmek, tarihin izini sürmek çok güzel oldu. Daha sonraki durağımız Mardin Kasımiye Medresesi oldu. Artuklular dönemine ait, zamanının önde gelen medreselerinden biriymiş Kasımiye Medresesi. İçerisinde bir de türbe bulunmakta ama kime ait olduğu yazmıyordu ya da ben göremedim. 
 Kasımiye Medresesinden ayrdıldıktan sonra bir restoranda yemek yeyip yolculuğumuzun asıl amacı olan Anadolu Quartet konserinin yapılacağı Mardin Artuklu Üniversitesine doğru yol almaya başladık. Anadolu Quartet grubu hepimizin bildiği Anadolu türkülerini modern bir üslupla yorumlayan bir grup. Doğudan Batıya, Kuzeyden Güneye çeşitli türküleri batılı enstrümanlardan dinlemek çok farklı bir deneyimdi. Bu deneyimi paylaşmak isteyenleri buradan alalım :) Biraz hüzünlenerek biraz gülümseyerek bedenimiz o koltukta, aklımız o türkülerin asıl söylendiği yerlerde iken geçen iki saatin ardından; sanatın insanlar için vazgeçilmez olduğunu birkez daha hissettim.


SARALLELİ AĞIZDA DAĞILAN KOLAY KURABİYE

Ne zaman bloğumu artık ihmal etmeyeceğim, hergün olmasa da birkaç günde bir yazı gireceğim diye niyetlensem bir türlü olmuyor. Internet problemimin 1 haftada çözülmesi (bu süre saç baş yolumuyla geçmiştir), annemlerin beni ziyarete gelmesi ardından okuldaki çalışmalar derken bloğu iyice boşladım ama sizinle paylaşacaklarımı bir kenarda biriktirmeye devam ediyorum, fırsat buldukça yazılarımı hazırlayacağım. Şimdi pazar gününe yakışan mis gibi bir kurabiye tarifi paylaşmak istiyorum sizinle. Kurabiye yapmak genelde risksiz gelir bana, özellikle kekin kabardı mı kabaracak mı içi tam pişti mi pişmedi mi ikilemlerini yaşatması nedeniyle risk almak istemediğim durumlarda kurabiye benim kurtarıcım oluyor. Evde olan malzemeleri kullanarak biraz bundan koyayım biraz da şundan diyerek yaptığım bir kurabiye oldu ama tadını çok beğendim. Denemek isteyenler için: 
Malzemeler
Yarım paket margarin (ben Becel tereyağlıyı kullandım)
Yarım kutu kaymak (çabuk bozulduğu için kalanı bu şekilde değerlendirdim)
2 yemek kaşığı Saralle Bitter (Nutella ya da evde ne varsa kullanılabilir)
Yarım su bardağı pudra şekeri (Saralle şekerli olduğu içinbu kadar şeker kullandım)
1,5 çay bardağı pirinç unu (buğday nişastası falan da olabilir, kurabiyeye kıyır kıyır tadını bu verdi)
1 pk. vanilya, 1 pk hamur kabartma tozu
Alabildiği kadar un
Önceden ısıtılmamış fırında 150-160 derecede 13-15 dak pişirmek yeterli oluyor. Sütün, kahvenin, çayın yanına yakışır esmer güzeliniz hazır :)



3 Nisan 2014 Perşembe

MİDYAT

Zaman ne de çabuk geçiyor... Anlamadan Nisan geldi bile, her ne kadar havalar tam da bahar sıcaklığına kavuşmamış olsa da güneşli günler ve kuşlar baharın geldiğini söylüyorlar. Son zamanlarda ülkenin gündemi, olaylar kafamı çok meşgul ettiği için yeni bir yazı yazmak için zihnimi toparlamak istedim. Merak etmeyin uzun, veryansın dolu bir yazı olmayacak bu ama şunu demeden geçmek istemiyorum umarım gelecekte şaibesiz, futbol maçı ayarında olmayan, yasakların gölgelemediği seçimler görürüz.
Şimdi gelelim yazımızın asıl konusu olan Midyat'a... İnsan neden yaşadığı yerin tadını çıkarmayı hep erteler anlamıyorum, İstanbul'da da böyleydi bir gün gitmek lazım diye ertelediğim o kadar yer var ki anlatamam ki kaç senedir oradayız. Midyat'ta da böyle oldu, burayı da ancak yeni gezebildim. Şimdi gördüğüm, gezdiğim yerleri sizinle paylaşmak boynumun borcu :)
İlk durağımız Shmaya Otel... Facebook Midyat öğretmen gruplarında bir öğretmenin profil resminde gördüğüm manzarayı çok beğenince, hemen arkadaşım Evrim'e gönderdim, belki biliyordur diye ama o da bilmiyormuş, o öğretmen arkadaşla iletişime geçip oranın Shmaya otel olduğunu öğrendik. Ertesi gün planımızın ilk ayağı orası oldu. Kafe bölümüne çıkıp birer kahve söyledik. Manzara enfes ama biraz sessiz gibi geldi bana müzik falan yoktu belki de henüz sezon olmadığından biraz cansızdı bilemiyorum ama geri kalan her şey çok güzeldi.
Kahvelerimizi içtikten sonra Konuk Evine gitmek üzere kalktık. Yolda Turizm Ofisine denk geldik, Midyat'la ilgili bir broşür aldık. İçeride Midyat'ta yapılan çok güzel şallar vardı. Onlara bakmadan çıkamazdık tabii ki :)

Son durağımız Konuk Evi'ydi. Konuk Evi; Sıla, Adını Kalbime Yazdım gibi dizilere ev sahipliği yapmış çok güzel bir konak. 1 lira giriş ücreti var, içeride Midyatlı kadınların yapmış olduğu fularlar, şallar, yazmalar satılıyor. Biz gezerken aşağıda Adını Kalbime Yazdım dizisi çekiliyordu, biraz baktık.
Ve güzel bir günden hatıra fotoğraflarla yazımı sonlandırıyorum. Kısa zamanda görüşmek dileğiyle :)




8 Mart 2014 Cumartesi

MR SELFRIDGE, MY MAD FAT DIARY, REIGN

Son zamanlarda severek takip ettiğim yabancı dizilerim. Aslında uzun süreli, çok bölümlü yeni bir dizi bulmak çok istesem de bir türlü istediğim özelliklerde bir dizi bulamadım. Şimdi size bahsedeceğim bu diziler çok güzel ama en fazla 2 sezonu çekilmiş diziler, o yüzden uzun soluklu dizi arayanlar için yeterli gelmeyebilirler.
Mr. Selfridge'le başlayalım: Amerikalı Mr. Selfridge, İngiltere'de büyük bir kıyafet mağazası kurar, o mağazada çalıştıracağı kişileri de özenle seçer. İlk önce maddi sıkıntılarla mücadele eden mağaza daha sonra İngiltere'nin en gözde mağazalarından biri olur. 1800lü yıllardaki İngiltere'den kesitler, kadınların hakları için mücadeleleri, zamanın moda anlayışı, sendikal hareketlerin başlamasından örnekler sunan dizi aynı zamanda Mr. Selfridge'in ailesi, özel hayatı ve çalışanlarıyla olan ilişkilerini de anlatıyor. Tarihi dizi sevenlere özellikle tavsiye ederim.

Diğer bir dizimiz My Mad Fat Diary, komedi-dram türünde bir dizi. Ergenlik çağındaki Rae'in ruhsal gel gitleri, kilolarıyla başa çıkmaya çalışırken arkadaş grubuna uyum sağlama çabaları anlatılıyor. Güzel bir gençlik dizisi ama biraz toz pembe çizilmiş her şey. Rae'in popüler arkadaş grubuna hemen dahil edilmesi, gruptaki en yakışıklı çocuğun ona aşık olması... Keşke dizideki gibi insanlar şekilci olmasa...


Ve Reign... İskoçya kraliçesi Mary'nin, Fransa veliahtı Francis'le 6 yaşında yapılan nişanının bir sonucu olarak Fransa sarayına gelmesi ve kendisini türlü entrika içinde bulmasıyla ilgili. Diziyle ilgili okuduğum yorumlarda tarihin saptırıldığı ve dizinin aşk meşk olayına çok fazla eğildiğinden bahsediliyordu. Bir de birçok kişi dizide kullanılan müzikten rahatsız olmuş, okuyana kadar fark etmemiştim ama hakkaten günümüz müzikleri kullanılıyor. Dizide izlemekten zevk aldığım şeylerden biri de Mary'nin ve nedimelerinin kıyafet ve takıları. Dizi ise bence kendini izlettiriyor. Sarayda dönen oyunlar, insanların birbirlerine inceden inceye ya da açık açık laf sokması, Mary'nin bir Bash'e bir Francis'e yönelmesi işleri heyecanlı kılıyor. (Bundan sonrasını diziyi izleyecekler okumasın, spoiler içerir) Gerçi son bölümde artık Mary'den iyice tiksindim hele Francis'e koşup: "Ay ben aslında seni seviyormuşum" demesi eh artık pes dedittirdi.

23 Şubat 2014 Pazar

CANIM ÖĞRETMENİM




Film biter bitmez yazayım dedim çünkü zaman geçince o duygu yoğunluğu kalmıyor. Öğretmenlerinin okulda intiharıyla sarsılan bir sınıfın, yeni gelen öğretmenleriyle normale dönme çabaları filme konu olmuş. Öğretmenlerini çok seven sınıfla yeni öğretmen Beşir arasındaki zamanla gelişen sevgi ve bağlılık çok içtendi. Sınıftaki diyaloglar, her şeyin fazla kontrollü oluşu ister istemez ülkemizle karşılaştırma yapmama neden oldu. Filmin ilerleyen zamanlarında acı çekenlerin sadece öğrencilerin olmadığını Beşir'in de ülkesinde kalan yaraları olduğunu görüyoruz. Dokunaklı, duygusal, güzel bir filmdi.

17 Şubat 2014 Pazartesi

HAVUÇLU CEVİZLİ KEK


Küçükken annem kek yaptığında kekin kapta kalan kısmını sıyırmayı dört gözle beklerdim. Hatta anneme keki çiğ yeme teklifinde bile bulunmuşluğum bile vardı ve tabii ki reddedilmiştim. O gün demiştim büyüyünce kek hamuru yapacağım ve hepsini öyle yiyeceğim diye :) Büyüyünce insanın hayalleri de değişiyor, ehem ehem ne diyorduk hah havuçlu kek :) Bugün yine hamaratlığım tuttu ve canım da kek isteyince (sonuçta hiçbir hazır ürün evde yapılan mis kokulu bir kek kadar cazibeli olmuyor) kendimi mutfağa attım. En sevdiğim keklerden biri havuçlu kek, dışarıda çok yemişliğim vardır ve evde birkaç başarısız deneyimim olunca uzun süredir havuçlu kek işinden uzak duruyordum. Bugün kaç zamandır aklımda olan havuçları rendeledikten sonra iyice sıkma fikrini uygulamaya karar verdim ki bingooo işte buymuş harika bir kekim oldu :) Kek tarifim klasik her zaman uyguladığım kek tarifi (merak edenleri buraya alalım) ekstradan ceviz kırığı, 2 tatlı kaşığı tarçın (bir dahakine biraz daha koyabilirim) ve bir tane rendelenmiş, suyu iyice sıkılmış havuç. İşte bu kadar. Denemek isteyenlere şimdiden afiyetler olsun der, şimdilik aranızdan ayrılır, esenlikler dilerim :)