28 Haziran 2015 Pazar

ÜÇ KİTAP

Haziran ayının son yazısıyla herkese merhabalar. Haziranın da sonuna geldik artık, her ne kadar havalar sonbaharla yaz arasındaymış gibi seyretse de :) Bu havalarda napılır tabii ki kitap okunur, film izlenir :) Bu ay dört kitap bitirebildim. Önceki hızım olmasa da yine de kitap okuma hızımın artması beni mutlu ediyor. O yüzden blogda kitapları yazmak ya da okuduğum kitapları facebook'ta "Kitaplar" kısmına eklemek kendimi takip etme açısından iyi oluyor. 

İlk kitabımız Türk Edebiyatımızın büyük yazarlarından Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın Cehennemlik kitabı. Olay İstanbul'da bir yalıda geçiyor. Hastalık hastası Hasan Ferruh Efendi, hastalıklarının ilacı olarak genç ve güzel Cazibe Hanım'la evlenir. Aynı yalıda 40'larında güzel ama hayata dair hırsları bitmemiş Ferhunde Hanım, onun yaşlı eşi Sabri Bey ve güzeller güzeli kızı Mahmure, oğlu Muzaffer, Ferruh Bey'in yakışıklı evlatlığı Şemsi, Ferruh Bey'in kambur ve çirkin kızı Atıfet de (Şemsi'yle nişanlıdır) yaşamaktadır. Yaş ya da görünüş itibariyle birbirine uymayan çiftlerden oluşan yalı daha sonra pembe dizilerdeki kimin eli kimin cebinde belli değil bir ortama dönüşür. Esprili bir dille başlayan kitap sonunda bir trajediye dönüşür. Bana sonu çok romantik gelse de olmayacak bir hikaye değildir kitapta yer alan. Klasik Türk Edebiyatının seven herkese tavsiye ederim.
İkinci kitabımız Anne, Baba ve Diğer Ölümcül Şeyler-Yalçın Tosun. Kısa kısa öykülerden oluşan bir kitap. Yalçın Tosun daha önce okumamıştım ama yazı tarzını, hikayeleri kurgulayışını oldukça beğendim. Öyküler oldukça kısa olduğu için metroda iki durak arasında bile bir öykü bitirilebildim. Eşcinsellikten, enseste; aile içindeki iletişim kopukluğundan, aldatmaya, birçok konu ele alınmış ve başarılı bir şekilde işlenmiş. Merak edenlerin okumasını şiddetle tavsiye ederim.
Son kitabımız Feyza Hepçilingirler'in İşte Gidiyorum-Göç Öyküleri. Bu kitabı okumam tam da Kazım Koyuncu'nun ölüm yıldönümüne denk geldiğinden sanırım, başucumda kitabı her gördüğümde, onun İşte Gidiyorum şarkısı çaldı zihnimde. Gidenlerin öykülerinden oluşan, bir çırpıda bitirilmek istenen bir kitap. Struma gemisiyle yaşadıkları cehennemden kurtulmaya çalışan bir çift, Ermeni tehcirinde oradan buraya sürüklenen aile, 6-7 Mayıs olayları, hem Rumların hem Türklerin gözünden anlatılan mübadele dönemi, Kıbrıs Barış Harekatı esnasında yurtlarından koparılan Yunanlılar, İran'daki rejim değişikliğinden kaçanlar; hepsi bu kitapta. Birçok öyküyü soluk almadan okudum desem yeridir.


13 Haziran 2015 Cumartesi

BEBEK BATTANİYESİ



İşte sabrımın son örneği: bebek battaniyesi. Arkadaşım Zeynep'in minik Ece'si için bu battaniye. Aslında çok uzun zamandır elimdeydi  ancak bitirebildim. Motifle bir şey yapmak pek benim harcım değilmiş bunu da öğrenmiş oldum :) Bir ara elimden bıracak oldum başka şeylere gönlüm kaydı ama bırakırsam bir daha elime almam diye devam ettim. Ve ta ta taaa sonunda bitirmiş oldum. Güzel günlerde kullansın güzel arkadaşım ve minişi bunu :)

HANDAN - AYŞE KULİN

Ayşe Kulin'in Handan kitabı çıkalı çok oldu. Aslında en sevdiğim yazarlardandır Ayşe Kulin. Taa ki Gizli Anların Yolcusu ile başlayan seriye kadar. Handan bu serinin son kitabı. Kitabı arkadaşımın elinde görünce (bu serinin son kitabı olduğunu bildiğim için içimden satın almak gelmemişti) okumak istedim. Kısa sürede biten bir kitap oldu benim için. Başlangıçta ilginçti aslında Halide Edip Adıvar'ın Handan'ı ile Ayşe Kulin'in Handan'ı birbirleriyle özdeşleştirilmişlerdi. Ancak daha sonra kitapta bir yapaylık oluştu bence. Gezi Parkında yaşanan olayların Handan da oradaymış, o olayları yaşayanlar arasındaymış gibi anlatılması benim hoşuma gitmedi. Zaten olaylar da televizyonda en çok ses getiren olaylardan derlenmiş gibiydi. O açıdan beni rahatsız etti. Keşke sadece Handan'ın hayatını dinleseymişiz yazardan. Bir de bu kitabı okurken sanki Ayşe Kulin değil de İpek Ongun okuyormuşum gibi geldi bana. Bana bu hissi yaşatan neydi tam olarak adlandıramıyorum ama öyle hissettim işte. Umarım artık bu seri sonlanmıştır diyorum ve ben Sevdalinka, Adı Aylin ve diğer kitaplarında yaşadığım heyecanı hissettiren bir kitap bekliyorum Ayşe Kulin'den.

6 Haziran 2015 Cumartesi

YAŞAMAYA DAİR - ALİ PAŞA HANI

"Yaşamak şakaya gelmez,
Büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
Bir sincap gibi mesela,
Yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
Yani bütün işin gücün yaşamak olacak."

Dün akşam tarih kokan bir handa Genco Erkal'ın muhteşem oyunculuğu ve Tülay Günal'ın kadife sesi eşliğinde Yaşamaya Dair'le Nazım Hikmet'i andık yeniden. Oyun hala devam ettiği için postumu yayınlamakta acele etmek istedim, bu eşsiz oyunu izlemek için siz de vakit kaybetmeyin bence. Başka mekanlarda da gösterimi varmış bu oyunun ama bence izlemek için en güzel mekanmış Ali Paşa Han'ı. Girer girmez mekanı keşfetmeye çalışmak, küçük çay ocağından söylediğimiz çayın kokusu eşliğinde (kahve de yapıyorlar ama istemek için biraz geç kaldım, oyunun başlamasına çok az kalmıştı çünkü ama kahve sevenlere özellikle tavsiye ederim oyun başlamadan önce orada kahvelerini yudumlasınlar) burada kimler kalmıştır kimbilir, demek oyun kadar heyecan verici oldu benim için. Çok geçmeden Genco Erkal ve Tülay Günal karşımızdaydılar. Genco Erkal'ın şairi yaşaması, şairin hislerini tamamen bize geçirmesi, Nazım Hikmet'in dokunacağımız kadar yakınımızda olduğu hissini verdi. Tülay Günal'ın karizması ve sesi ise atmosferi tamamlayarak bize tam anlamıyla bir şölen yaşattı. Anlatacak kelime gerçekten bulamıyorum. Şiir seven, Nazım'ı seven, tarih seven herkesin izlemesi gereken bir oyun diyerek bitirmek istiyorum.  


Not: Eğer biletinizi biletix'ten alırsanız, çıktısını aldığınız biletleri gişede giriş bileti olarak değiştirmeniz gerekiyor. Bizim gibi dışarıda girmek için bekleyip sonra da bunun için zaman kaybetmeyin. Allahtan yerimiz iyiydi de çok sorun olmadı.






3 Haziran 2015 Çarşamba

ARKADAŞIM GELMİŞ HOŞGELMİŞ - ADA GEZİMİZ

Daha önceki yazılarımı okuyanlar bilir. Çok yakın bir arkadaşım Bursa'da yaşıyor ve fırsat buldukça birbirimizin yanına kaçıyoruz. Hem hasret gideriyoruz hem de yaşadığımız yerleri birlikte keşfediyoruz. Bu sefer arkadaşımın kaç zamandır istediği ada gezisini sonunda gerçekleştirdik. Ben de çok uzun zamandır gitmemiştim adaya, bana da çok iyi geldi.

 İstanbul'da yaşayanlar ya da adaları ziyaret edenler bilir; sanki İstanbul değil de başka bir yere gelmişsiniz gibi hissettirir adalar insana. Manzarası, birbirinden güzel evleri, araç girmeyen sokaklarıyla başka bir dünya adalar...


Cumartesi günü rahat rahat kahvaltı yapalım diye öğleden sonraki vapura binmemizin daha iyi olacağını düşündüm ama çok da isabetli bir karar değilmiş bu, yazımın ileriki kısımlarında anlatacağım. Kahvaltımızı yapıp yollara düştük. Yaklaşık bir buçuk saat süren vapur yolculuğundan sonra Büyükada'ya vardık. Çarşıda vakit kaybetmeden Aya Yorgi'ye çıkalım dedik. Aslında faytona binebilirdik ama ben adalara gittiğimde faytonu hiç tercih etmiyorum. O zavallı atların dinlendirilmeden defalarca sefere çıkarıldığını duydum. Yürümeyi de severim zaten, hem de bahsettiğim sebepten dolayı arkadaşıma yürüyelim dedim. Ben de uzun zamandır gelmediğim için bizi bu kadar uzun bir yolun beklediğini unutmuşum. Sohbet ederek, gülüşerek, az kaldı diye arkadaşımı gaza getirerek Aya Yorgi'ye vardık. Manzara mükemmeldi. Yorgunluğa değdi diye düşündük.


 İniş çok zor olmadı ama yetişmeyi düşündüğümüz 18:15 vapuruna yetişmek için epey bir koşturduk ama olmadı. Diğer vapur 20:20'deymiş sıkıntı olmaz yemek yeriz falan dedik ama epeyce yorulmuştuk, 20:20'ye de epeyce vardı. Sonra özel vapurlara bakalım dedik. 19:30'da varmış. Biz de kalan zamanda Büyükada'nın cici çarşısını gezdik ve Roma dondurmacısından aldığımız dondurmalarımızı yedik. Aslında fiyatları diğer dondurmacılara göre biraz yüksekti ama ben uzun zamandır tadını bu derece veren bir dondurma yememiştim.Kesinlikle muzlusunu tavsiye ederim. Güzel bir günden kalan güzel fotoğraflarla yazımı bitireyim artık :) Sevgilerle...






BUĞDAY NİŞASTALI KEK

Nerden aklıma düştüyse un yerine pirinç unu ya da nişasta kullanabileceğim bir tarif arıyordum çoktandır. Birçok sitede bu şekilde yapılan keklere bayatlamayan kek diye de isim verilmiş ki. Benim bir kekte aradığım önemli özelliklerden birisidir bu :) Kimi tarifte tamamen buğday nişastası, kiminde de un ve nişasta karışımı kullanılmış. Ben un ve nişastayı bir arada kullanmayı daha uygun buldum ki bence kararım yerindeymiş çünkü içinde süt ya da yoğurt bulunmayan bu tarif, kekin biraz daha çabuk ufalanmasına sebep oldu. Sadece nişasta ufalanmayı daha da arttırırdı diye düşünüyorum. Neyse uzun lafın kısası eşimin bile severek yediği bir kek oldu ki o normalde bu tarz hamur işlerini pek sevmez. Gelelim tarife:
3 yumurta
1 su bardağından bir parmak eksik sıvı yağ
1 su bardağından bir parmak eksik şeker
1 pk hamur kabartma tozu ve vanilya
2 çorba kaşık kakao(isteğe bağlı)
1 su bardağından bir parmak eksik nişasta
1 su bardağından bir parmak eksik un

Yumurta ve şekeri iyice çırpıyoruz. Sıvı yağı ekleyip biraz karıştırıyoruz. Nişasta, un, hamur kabartma tozu ve vanilyayı eleyerek karışıma ekliyoruz ve karıştırıyoruz. Eğer kakaolu yapmak istiyorsanız harcın bir kısmını ayırıp ona kakao ekliyoruz ve kek kalıbına harcımızı döküyoruz. Önceden ısıtılmış 170 derece fırında 50-55 dakika pişiriyoruz. Mis gibi kekimiz hazır, afiyetler olsun :)



DEBORAH JEL OJE 19 NUMARA

Uzun zamandır makyajla ilgili bir post paylaşmıyorum. Bu tür paylaşımlar yerine kitap, yemek, gezi tarzında paylaşımlar yapmak daha çok hoşuma gidiyor. Ama uzun zamandır bu kadar beğendiğim bir ürün olmamıştı. Fiyatı da makul sayılır aynı kalitedeki ojelere göre. Tek katta bile güzel renk veriyor, ikinci kat daha da rengi ortaya çıkartıyor. Aslında ilk önce gülkurusu tonunda bir rengini aldım ve o kadar beğendim ki sırf tekrar bakmak için Watsons'a gittim. İki nude renk ve bu lila rengini de aldım yaza yakıştıkları için. Yine ara ara bakarım hoşuma giden rengi olursa alabilirim. Şimdi bu güzel rengi sizinle paylaşayım. Tek başına çektiğimde renk çok belli olmadı, o yüzden Handan kitabım bana rengi göstermemde yardımcı oldu :)


1 Haziran 2015 Pazartesi

KONSTANTİNİYYE OTELİ-ZÜLFÜ LİVANELİ

Uzun zamandır Zülfü Livaneli'nin son kitabını bekliyordum. Kitabın çıktığı 8 Mayıs'ta siparişini verdim ve heyecanla beklemeye başladım. Okuduğum kitabı da yarım bırakarak hemen Konstantiniyye Otelinde verilen davete icabet ettim :) Kitabımız Konstantiniyye Oteli'nin açılışı ve bunun için verilen davetle, ana karakterimiz Zehra'nın öteki dünyadaki Kontantiniyye sakinleriyle olan iletişimi ile başlıyor. Uslüp yalın, dil akıcı... Zülfü Livaneli her zamanki gibi edebiyata doyuruyor okuyucusunu. Çok değerli bilgiler barındıran, geçmişe ve günümüze değinen; siyaset, din, toplumsal değişimlerin çok güzel yansıtıldığı, okuyucuyu çağdan çağa götüren gerçekten çok güzel bir kitaptı. Yalnız şöyle bir şey demeden edemeyeceğim, ne yazık ki Serenad ve Kardeşimin Hikayesindeki gibi soluk soluğa okuduğum bir kitap olmadı. Bir de bu kadar çok karakterden ana karakteri unuttuğum zamanlar bile oldu. Karakter açısından çok dağılmış gibi geldi. Gerçi ben normalde de öyle çok fazla karakter olan kitapları pek sevmem, alışmam zaman alır. Belki de o yüzden böyle düşünüyorum. Henüz okumamış olanlara tavsiye ederim, bu akşamki güzel dolunayı da izlemeyi unutmayın derim :) Sevgilerle...