25 Nisan 2016 Pazartesi

İKİ FİLM VE BİR KİTAP

Nisan ayının da sonuna gelmişken artık bir yazı gireyim istedim. Vakitsizlikten ziyade konu eksikliğinden kaynaklı bir duraklamam oldu. Çünkü çok hoşuma giden bir kitap ya da film olmadı son birkaç güne kadar, bu ay tiyatro ya da sinemaya da gidemedim gerçi henüz ay sonlanmadı :)

İlk bahsetmek istediğim film Suffragette (Diren), sinemaya girdiği dönemde filmi izleyememiş ama merak etmiştim. Birçoğunuz filmin konusunu biliyorsunuzdur ama yine de kısaca tekrarlamakta fayda var, konuya giriş yapabilmem için :) İngiltere'de kadınların oy hakkını kazanmak için verdikleri mücadele konu alınmış ve gerçek hikayelerden esinlenilmiş. Güzel bir film ve bakış açısı kazanmak açısından önemli ancak bence biraz daha çarpıcı olabilirdi açıkçası filmin içine girerek izleyemedim filmi, biraz yüzeyseldi aslında ama yine de bu konuda ne derece şanslı olduğumuzu tekrar görmek ve şükretmek açısından yararlı bir film.
İkinci fim ise Mr Nobody (Bay Hiçkimse), bu filmi dün izledim ve çok beğendim. Hep duyuyordum güzel bir film olduğunu ama şimdiye kadar ona sıra gelmemişti. Bu kadar güzel bir film olduğunu bilseydim daha önce izlerdim. Hep duyup da fırsat bulamayan ve merak edenler vakit geçirmeden izlesinler bence. Küçük bir çocuğun; ayrılan anne ve babası arasında bir tercih yapması üzerinden, mahallesindeki yaşıtı kızlardan birini seçmesi veya ergenlik döneminde karşılaştığı büyük aşkına verdiği cevaplar üzerinden seçimlerini yaşaması ile ilgili bir film. Seçimler ve bu seçimlerin sizi ulaştırdığı sonlar güzel bir şekilde konu edilmiş. Filmin müzikleri de ayrı bir güzel bu arada.
"Eğer patates püresi ile sosu karıştırırsan daha sonra ayıramazsın, sonsuza dek. babanın sigarasından çıkan duman bir daha asla içine dönmez. Geri dönemeyiz. Seçmek, bu yüzden zordur. Doğru seçimi yapmak zorundasın. Seçim yapmadığın sürece, kalan olasılıkların hepsi mümkündür."
"Dünya yaşıyormuş gibi davranmaya karar veren insanlarla dolu. Peki gerçekten yaşıyor muyuz?"
"Bazen en iyi hamle hiç kıpırdamamaktır"
"İstediğin yolu seçebilirsin; ister mutlu bir yol, ister acı, ister hüzünlü, ister yalnız, ister dopdolu... Hiçbir şey değişmeyecek. Bir gün öleceksin ve zaman senin için duracak. zamansızlık başlayacak. En başa tekrardan geleceksin; hiçbir şey olmamış gibi eski haline döneceksin. Çünkü sen yoksun, hiç var olmadın ki."
"O hayatların hepsi gerçek. Seçilen her yol doğru yoldur. Yaşanılanlar bambaşka şekillerde vuku bulabilirdi ancak öyle olsa dahi yine de aynı mana ve değeri taşırdı."





Şimdi gelelim kitabımıza, birkaç gündür elimden bırakamadan okuduğum, gece gündüz ara vermek istemediğim son derece sürükleyici bir kitap olan Ayfer Tunç'un Yeşil Peri Gecesi'ne. Ayfer Tunç ilk kez okuyorum ama ona kesinlikle hayran kaldım. Hikayenin sürükleyiciliği, konuların birbirine bağlanması, üslup, anlatım kesinlikle mükemmeldi. Kitap bir çiftin kavga sonrası yaptığı kahvaltı ile başlıyor ve kadın bu ilişkiyi bitirmeye kesinlikle karar vermiş. Böyle bir başlangıç olunca ben klasik bir ayrılma hikayesi okuyacağım zannediyorum ilk başta ama işin rengi bambaşkaymış. Anne, baba ve çocuktan oluşan güzel bir aile, babanın iş kazası geçirmesiyle darmadağın oluyor, baba hayatını kaybetmiyor ama kaybetmişten beter oluyor, bir kolunu kaybediyor yüzünün yarısı da oldukça hasar görüyor. Küçük kız babası hastanedeyken kendisinden ve annesinden nefret eden babaannesi ve yengesinin eline kalıyor. Birgün onların evinden kaçıp kendi evlerine gidiyor ve hayatı boyunca unutamayacağı ve hayatını kökten değiştiren bir sahneyle karşı karşıya kalıyor. Kitapta günümüzden bahsederken birden geçmişe gidiliyor, bazen bir kişiden bahsediliyor ve onun hikayesi anlatılmaya başlanıyor; normalde böyle kitapları sevmem, kafam karışır ama geçişler o kadar güzel ki, hemen adapte olunabiliyor. Yeşil Peri Gecesi çok güzel bir kadının bir düşüş hikayesi ama şöyle diyebilirim bir düşüş ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi.