31 Mart 2016 Perşembe

SON ZAMANLARDA

Güzel bir günden herkese merhabalar... Blog yazılarıma hız vermişken yine içimizi karartan olaylar nedeniyle yazmak hiç içimden gelmediği için bir süre ara verdim. Hayat devam ediyor kaldığı yerden... İlk zamanlar dışarı çıkmak çok korkutucu gelse de zamanla kötü şeyleri unutmaya ya da zihnin gerilerine itmeye çalışarak normal hayatımıza devam etmeye çalışıyoruz. Hala metroya, marmaraya bindiğimde insanları dikkatle incelemeye devam etsem de... Korkmamayı salık verenleri de hayretle izliyorum. Sanki ömür bir bilgisayar oyunu da yedek canlarımız var. Kendim için, ailem için, sevdiklerim için korkuyorum ben; korkmayanlar buyursunlar önden.
Neyse kısa kısa bu ay içinde paylaşmayı planladığım ama olanlardan sonra içimden gelmeyen şeyleri paylaşayım sizlerle. Hayata dair ümitlerimizi yeşertmeye çalışalım elimizden geldiğince; birilerine, bir şeylere inat. 


Bu yelek kış boyunca elimdeydi. Basit olmasına rağmen her zaman elime almadığım için bitirmem uzun sürdü. Geçen gün de giyerek galasını yapabildim :)


Irvin Yalom, Günübirlik Hayatlar... Kitapta Irvin Yalom'un hastalarıyla yapmış olduğu psikoterapi seansları yer alıyor. Birkaç yerde tavsiye edildiği için merak ettiğim bir kitaptı ama acaba çok kuramsal, teorik bir kitap mı diye düşünmedim değil ama hiç öyle değilmiş gayet akıcı ve anlatımı sade bir kitaptı. Severek, ilgiyle okudum. Daha çok ölümcül hastalıklarla mücadele eden hastalarla yapmış olduğu görüşmeleri yer alıyor kitapta. Ölüm korkusu, ölüme hazır olmaya çalışma vb. konularda hastalarına vermiş olduğu terapiler yer alıyor. Bununla birlikte kendisinin de ölüme karşı korkusu olduğunu itiraf ediyor ve bununla kendisi de başa çıkmaya çalışıyor. Kısacası değişik bakış açıları kazandıran güzel bir kitaptı.
İkinci kitabmız Stefan Zweig, Korku. Stefan Zweig'ı ilk kez okuyorum ve tarzını çok beğendim. Kitap bir novella, bir iki gün içinde bitirilebilecek kısalıkta ve akıcılıkta. Bayan Irene'in mutlu ve huzurlu hayatı, öylesine yaşamış olduğu bir yasak aşk nedeniyle altüst olur. Irene'in yaşamış olduğu korku ve güvensizlik o kadar canlı veriliyor ki sanki dışarıdan olayı izliyormuş gibi hissettim okurken.
"Korku, cezadan daha berbattır, çünkü ceza bellidir, ağır veya hafif; bilinmeyene, sınırlandırılmamışa kıyasla ceza daha az ürkütür."

Havaların ısınmasıyla herkeste olduğu gibi bende de sağlıklı hayata karşı ilgi biraz daha arttı. Normalde de oldukça temiz beslenmeye çalışıyorum. Yediklerime dikkat ediyorum. Tuğba Kuruyemiş'ten aldığım bu güzel pakette bulunanlar hem sağlıklı hem de tatlı krizlerine merhem olacak türden.

 İtalyan kozmetik firması Kiko İstanbul Capacity AVM'de açıldı. Evime yakın olması sebebiyle gidip görmek istedim. Yeni açıldığı için oldukça kalabalıktı ama ürünlerini çok beğendim. Çalışanlar da oldukça yardımsever ve güleryüzlüydü, o kadar kalabalığa rağmen. . İnsanı cezbeden çok çeşitli ürünler olmasına rağmen iki ürün alarak çıkmayı başarabildim. Aldıklarımdan birisi bu güzel pembe-nude oje powerpro 27 numara. Bu tonda bir oje başka markalarda görmediğim için ve günlük kullanıma uygun olduğu için bunu seçtim. Vaatleri arasında 7 gün kalıcılık da var. Bence de kalıcılığı çok iyi; test ettim, onayladım. Asıl renk daha güzel, fotodan çok da anlaşılmıyor. 

Şimdilik paylaşacaklarım bu kadar; yeni yazılarla kısa zamanda görüşmek dileğiyle, güzel günler dilerim herkese...

11 Mart 2016 Cuma

İKİ FİLM

Geçen hafta iki tane film izleyebildim. İkisi de oldukça etkileyiciydi, en azından benim için öyle oldu, filmler bittiğinde bir süre etkisinden çıkamadım. İlki Leonardo Di Caprio ve Kate Winslet'in başrollerinde olduğu Hayallerin Peşinde (Revolutionary Road) filmi. Diriliş'te Leonardo Di Caprio'yu Oscar'a layık görenler bu film çekildiğinde neredelermiş anlayamadım. Kate Winslet da Leonardo Di Caprio da döktürüyorlar diyebilirim. Filmde, banliyöde sade bir yaşam süren çiftin, hayallerinin ne derece peşinde gittiklerini sorgulamalarıyla  ve Paris'e gidip yeni bir hayat kurma kararı vermeleriyle başlayan evliliklerindeki huzursuzlukları izliyoruz. Böyle deyince çok basit kaçtı ancak filmde insanın kendisini sorgulamasına sebep olan o kadar çok gönderme var ki film bittiğinde üzerinize ağır bir hal çökmesi olası. Huzur içinde yaşamak veya hayallerin peşinden koşmak, diğer insanlar gibi olmak ya da olmamak, bir şeylerin farkında olmak ya da olmamak vb. birçok sorgulama malzemesi mevcut. Çok beğenerek izlediğim bir filmdi, kesinlikle tavsiye ederim.
İkinci filmimiz ise bir Türk filmi: Köksüz. Ahu Türkpençe başrollerde. Filmde babalarını kaybeden bir ailede babanın sorumluluğunun en büyük çocuğa, Feride'ye (Ahu Türkpençe) geçmesi, annenin Feride'yi kocası yerine koyması; nazını, kaprisini çekecek, yükünü tamamen üzerinden alacak kişi olarak seçmesi konu edilmiş. Annenin Feride'yi tamamen sahiplenmesi, Feride'nin üstlendiği yükü kaldıramamaya başlaması nedeniyle evlilik kararı alması, annenin bunu kabullenememesi, onun ayrı bir hayat kurmasını istememesi çok gerçekçi işlenmiş, konu da o kadar hayattan ki izlerken düşünüyorsunuz, çocuğunun kendi hayatını bırakıp sadece kendisiyle ilgilenmesini isteyen, çocuğu bir birey değil de kendi uzantısı olarak gören, kararlarına saygı duymayan ya da karar vermesine bile izin vermeyen ne kadar çok insan olduğunu. Çok çarpıcı bir filmdi, Ahu Türkpençe'nin oyunculuğu ise harikaydı. Kesinlikle izleyin derim.


6 Mart 2016 Pazar

HAMLET - TİYATRO

Çok uzun zamandır Devlet Tiyatrolarındaki oyunlara gitmiyordum. En son gittiğim oyun "Nice Yıllara" idi. Yaklaşık bir yıl olmuştur heralde. Sonra geçen gün öylesine bakayım dedim hangi oyunlar var, bir de Profesyonel oyununa yer bulabilir miyim diye çünkü uzun zamandır Profesyonel'e bilet arıyorum ama bir türlü bilet bulamıyorum, ama tabii yine tüm biletler tükenmişti. Neyse deyip sonra Hamlet oyununa baktım o da ne boş bir koltuk :) Hemen satın aldım ve yeni bir etkinliğim oldu diye çok sevindim :) Bugün de oyunu izledim ve sıra geldi oyunu sizlerle paylaşmaya :) Konu hepimizin malumu annesi ve amcası tarafından zehirlenerek öldürülen babasının öcünü almak için yanıp tutuşan Hamlet. Kitabı okumadığım için kitapla, sahnelenen oyun ne derece örtüşüyor çok yorum yapamayacağım ama Hamlet'i, Hamlet'in babasının ruhunu, Ofelya'yı, Hamlet'in annesini, amcasını yani bütün karakterleri canlandıran Bülent Emin Yarar'ın oyunculuğu muazzamdı. Bir buçuk saat boyunca o rolden o role girdi. Beğenerek, hayran kalarak izlediğim bir oyun oldu. Klasik eserleri seviyorsanız kesinlikle tavsiye ederim ama klasikler benden uzak dursun diyorsanız sırf Bülent Emin Yarar'ın oyunculuğu için bile gidebilirsiniz bence. Bu arada bu oyuna da bilet bulmak da çok zormuş benim şansıma bir koltuk boştu. Bilet bulursanız kaçırmayın der, güzel bir hafta dilerim hepinize :)




5 Mart 2016 Cumartesi

BİZE KALSA BÖYLE GEÇERDİ AKŞAMLAR - SERHAN ERGİN

Merhabalar... Yine yeni bir kitap yazısıyla sizlerleyim :) Bu sıralar sürekli yeni yazarlarla tanışıyorum. Serhan Ergin de ilk kez okuduğum yazarlardan, sanırım bu kitabını da bir dergide görmüştüm. Kapağı özellikle dikkatimi çekmişti. Kitabın konusuna gelecek olursak Zafer ve Mahir iki yakın arkadaştır. İşlerinden arta kalan zamanlarda sürekli birlikte vakit geçirirler. Her ikisi de bu durumdan oldukça hoşnuttur. Zafer'in yeni sevgilisi Filiz'in bu ikiliye dahil olması bu ikilinin hayatını ve ilişkisini derinden etkileyecektir. Romanda Mahir, Zafer'e hitap ediyor ve yaşadıklarını, hissettiklerini ona anlatıyormuş gibi konuşuyor ama aynı zamanda kendisiyle de hesaplaşıyor. Bu açıdan çok samimi bir dili var. Konusu ise klasik, işlerin varacağı nokta kitabın ilk sayfalarından anlaşılıyor.  Daha önce Barış Bıçakçı'nın Bizim Büyük Çaresizliğimiz'i okumuştum ve çok beğenmemiştim, onun da konusu böyleydi. Hatta birçok yerde yazarın Barış Bıçakçı'yı taklit ettiği söylenmiş ama ben buna katılmıyorum, her şeyden önce bu roman oldukça akıcıydı ve yazarın üslubunu da beğendim, sadece konu klasikti ama başka kitaplarını okumayı düşünürüm. 

"İlginçtir, insan yalnız başına evde duramadığı zamanlarda, sokakta durabiliyor."

"Sen peynirli börek ve çaydın, o ise Frenk üzümlü pasta ile cappucino."



1 Mart 2016 Salı

KIRMIZI SAÇLI KADIN - ORHAN PAMUK

Baharın ilk gününden herkese merhaba... Martın ilk yazısı bir kitap yazısı olsun dedim. Umarım bu da, bu ay daha çok kitap okuyacağım anlamına gelir :) Orhan Pamuk'un son kitabını merak ediyordum. Elimde okunacak başka kitaplar olunca başka bir kitap siparişine bıraktım Kırmızı Saçlı Kadın'ı. Sonra D&R'da kitaplara bakarken dayanamayıp alıverdim. Kitabın konusu yıllar önceki bir aşk hikayesinin baş karakterimiz Cem'in hayatını baştan sona etkilemesi. Lise çağlarında babasının terk ettiği Cem okul harçlığını çıkarmak için bir kuyucu ustasının yanında işe başlar. Cem, Mahmut Usta'yı sadece ustası olarak görmez eksikliğini duyduğu babası gibi görür. Mahmut Usta'ya kızsa da ona itaat etmesi gerektiğini hisseder. Bu arada kuyuyu kazdıkları yere yakın Öngören kasabasında gezici bir tiyatroda gördüğü kendisinden yaşça büyük Kırmızı Saçlı Kadın'a aşık olur. Kırmızı Saçlı Kadın da ona ilgi gösterir ve sanki onu tanıyormuş gibi davranır. Bundan sonra kader ağlarını örer. Romanda Sopokles'in Kral Oedipus'u ve Firdevsi'nin Sührap ve Rüstem'i önemli ölçüde yer alıyor. Hatta kitabın konusu bunun  üzerine kurulmuş diyebilirim. Sürükleyici bir romandı, oldukça hızlı okudum ancak Orhan Pamuk'un diğer kitaplarından farklı geldi, sanki Orhan Pamuk yazmamış gibi, konu biraz dağılmış gibi, sonra apar topar sonuçlandırılmış gibi. Bazı kopukluklar hissettim. Bilmiyorum açıkçası çok beğenemedim, süper bir kitap, kesinlikle okunmalı diyemiyorum. Belki de beklentiyi yüksek tuttuğum için böyle hissettim.