24 Ekim 2013 Perşembe

İKİ KİTAP

Bugün size bir çırpıda okuduğum  iki kitaptan bahsedeyim istedim. Zülfü Livaneli'den Kardeşimin  Hikayesi ilk tanıtacağım kitap. Zülfü Livaneli'nin neredeyse bütün kitaplarını okudum ve hepsini çok beğendim gerek dili gerekse de anlatımı beni hep sürükledi. Bu kitap da farklı olmadı. Sayfaları çevirirken zamanın nasıl geçtiğini anlamadım. Hep bir acaba oluştuğu için içimde, kitabı elimden bırakmak hiç gelmedi içimden. Bittiğinde bir hüzün hissettim, kahramanımıza üzüldüm. Kitabımızın kahramanı her şeyden elini eteğini çekmiş ve Karadeniz kıyısında küçük bir kasabaya yerleşmiştir. Birgün sakin kasabada bir cinayet işlenir ve cinayetle ilgili röportaj yapmak için kapısına gelen güzel gazeteci kız, kahramanımızın anılarını bizimle paylaşmasına ön ayak olur. 



İkinci kitabımız ise yine yıllardır takip ettiğim bir yazar olan Ayşe Kulin'in son kitabı Dönüş. Gizli Anların Yolcusu, Bora'nın Kitabı ve Dönüş romanları; aynı karakterlerin olaylara farklı bakış açılarını sunan üçlü bir seri. Ancaakkkkk beğendim mi bu kitabı diye sorarsanız şöyle demek isterim sürükleyici, akıcı ama yavan bir kitap. Ayşe Kulin'in diğer kitaplarından aldığım tadı Gizli Anların Yolcusu ve Dönüş kitaplarından (Bora'nın Kitabı'nı okumadım) alamadım. Ya bir yerde tükenmişlik yaşıyor ya da bir şekilde bu kitapları aceleye gelmiş, bilmiyorum...Hikayede bu sefer İlhami Bey'in kızı Derya'nın olaylara bakışı ele alınmış. Kahramanımız babasını bulmaya çalışırken sürekli bir iç çatışma halinde. Açıkçası kızın dönem dönem annesinden dönem dönem de babasından nefret etmesi beni sıktı. Bir de şu roman, dizi ve filmlerde ilk kez tanışılan insanla birden birbirini tamamlama, acayip yakınlık hissetme, süper bir maceraya çıkma hikayelerine son verilsin bence, gerçek hayatta ne yazık ki böyle şeyler olmuyor mesela Türkiye'de  bir insan bir yolculuğa çıktığında yanına yaşlı bir teyze veya amca düşmüyorsa kendini şanslı hissediyor :) Neyse kısacası keyifli vakit geçirilecek bir kitap ama sadece o kadar ne yazık ki.

23 Ekim 2013 Çarşamba

Uzun bir aradan sonra merhaba :)

          Nerden başlasam ki... Sonunda Midyat'tayım evimi, düzenimi kurdum, internetle ilgili biraz sorun yaşasam da şu anda gördüğünüz gibi sıkıntıyı aşmış ve sizlerle buluşmuş durumdayım :)



          Midyat genel olarak beklentilerimi karşılayan şirin bir ilçe; gerçi ben biraz daha kozmopolit bir yerdir diye düşünüyordum ama belki de henüz yeterince gözlemleyemedim. Midyat; Estel ve Midyat olmak üzere iki kısımdan oluşuyor. Estel, biraz daha gelişmiş ve modern; Midyat ise televizyonlarda gördüğümüz eski Midyat evlerini barındıran daha geleneksel kısım. Eski Midyat deyince buraya geldiğimde eşimle yaşadığımız olayı anlatayım. Hazır o da burdayken gidelim Eski Midyat'ı bir gezelim dedik. Filmlerde, dizilerde gördüğümde çok özeniyordum. Mistik havası, daracık sokakları, insana tarih kokusu veren kaldırımları ve dükkanları... Merkeze biraz uzak olduğu için şehiriçi minibüs şoförüne Eski Midyat'a gidiyor mu sorumuza olumlu yanıt alınca gezimize minibüse binerek başladık. Ben yıllardır hayalini kurduğum yerleri göreceğim için çok heyecanlıydım. Güzel güzel fotoğraflar çekeriz falan diye düşünüyordum ve şoförün geldiğimizi söylemesiyle Eski Midyat evlerini gördüm. Gümüşçülerle dolu benim için cennetten bir köşe olan bir meydanda indik. Vakit biraz geç olduğu için eşim gümüşçülere takılmama izin vermedi :( Neyse vakitli gezelim vakitli dönelim diye bir şey demedim. Sonra ara sokaklardan birine daldık. Yanımıza küçük bir kız çocuğu geldi. Sizi gezdireyim mi dedi. Eşimle "İyi, hadi bakalım" deme gafletinde bulunduk. İçimden de düşünüyorum 1, 2 lira veririz çocuk da sebeplenir diye. Sonra bu çocukla yürümeye başladık işte şurdan gideceğiz burdan gideceğiz diye bizi yönlendirdi. Yanına bir çocuk daha geldi bu da onun kuzeniymiş neyse dedik iki çocuk biz yürümeye devam ettik sonra biraz daha ilerde bir çocuk daha takıldı peşimize olduk mu 3 kişi rahat rahat konuşamıyoruz da arada bir kavga ediyorlar sonradan takılan çocukla sonuçta karı paylaşacakları biri daha eklendi neyse biraz ilerledikten sonra bu üçüne birer lira vererek teşekkür ettik bundan sonrasını biz yürürüz dedik "tamam" dediler. Biz kurtulduk diye sevinirken arkadan koşarak geldiler: "biz sizi yine de gezdirelim dediler" yok diyoruz ısrar ediyorlar artık ben en sonunda biraz kızdım da sonra peşimizi bıraktılar. Daha bununla da kalmadı dönüş yolunda bir çocuk daha takıldı peşimize ağzımız yandığı için "Biz gezdik, her yeri öğrendik, rehbere ihtiyacımız yok" dedik. Çocuk tam giderken eşime "Ağbi maç yapacaz, topumuz yok" demiş, eşim de dayanamadı "tamam sana bir top alalım madem" dedi. Çocukla bakkala gittik, eşim plastik toplardan bir tane aldı, çocuğa verdi, çocuk "Ağbi bunlar hemen patlıyor, şundan al" diye futbol topunu işaret etti. "Alacaksan bunu al yoksa yok" dedik aldık, plastik topu verdik çocuğa ve kaçar gibi oradan uzaklaştık. Yani hayal ettiğimle yakından uzaktan alakası olmayan bir gezi yapıp ter içinde kalarak geri minibüse döndük. Uzun lafın kısası oraları gezeceğiniz zaman çocukların rehberlik yardımını kabul ederken iki kere düşünün. 
           Aslında daha anlatacak çok şeyim var mesela Midyat yemeklerinden ve restoranlarından bahsedecektim ama bu post epeyce uzun sürdü onlar da diğer postlarıma kalsın :) Sevgiyle kalın.