31 Mayıs 2012 Perşembe

YETER ARTIK YETERRR ELİNİ KADINLARIN ÜZERİNDEN ÇEK



İki gündür başım ağrıyor, başka işlerimi yapmaya çalışırken hep aklım o sözlerde: "Her kürtaj bir cinayettir" , "Tecavüz edilen kadın çocuğu doğursun, devlet bakar", "Bosna'da Sırpların tecavüz ettiği kadınlar çocuklarını doğurdu, kürtaj olmadılar", "Tecavüz edilen kadın kürtaj olmasın, tecavüzcüsünü öldürsün"... Bunlar benim duyduklarım. İlk iki cümle milleti temsil (!) eden kişilere ait, Bosna ile ilgili olan İnsan hakları (!) komisyonu başkanının ve son cümle de muhafazakar bir bayan (!) doktorun... 
İki gündür başım ağrıyor ve odaklanamıyorum hiçbir şeye. Gündem değiştirmektir, hedef saptırmaktır odur budur, beni ilgilendirmiyor. Türban türban denildi,  3 çocuk denildi, 3 de yetmez 5 denildi, şimdi sıra geldi kürtaja, sezeryana... Kadın üzerinde siyaset hız kesmeden devam ediyor. Yalnız yanıldıkları nokta şu, kürtajı ya da sezeryanı yasaklayarak bir ülkenin nüfusu arttırılmaz, artar mı ha belki biraz artar ama sokak başlarında bekleyen tinerciler, suç örgütlerinin eline düşen çocuklar, her gün öldüresiye dayak yeyip en sonunda merdivenden düştü diye hastanelere getirilen çocuklar artar. O bebeğe sahip olmak istemeyen kadınlar bebekten kurtulmak için farklı yöntemlere başvuracakları için kadın ölümleri artar, ekonomik seviyesi yüksek olanlar etkilenmez bundan, giderler en yakın ülkeye işlerini orada hallederler, olan yine düşük gelirli, eğitimsiz ailelere olur. Ha kadının ne değeri var onların gözünde o da ayrı bir tartışma konusu. Ne kocalarının, sevgililerinin tehdit ettiği, dövdüğü, öldürdüğü kadınlar ne de küçücük yaşta tecavüze uğrayan kızlar umurlarında. Eğer gerçekten insan hayatını düşünseler ilk önce bunlara dur diyecek bir şeyler yapılır. Tecavüzcülerin bir sırtlarının sıvazlanmadığı kaldı ki bu laflar, bu insanlık suçunu işleyenlere daha da cesaret verecek. Ayşe Arman'ın yazısını okudum bugün. Ona mail atmış bir beyefendinin(!) manifestosunu(!) paylaşmış bizlerle, neymiş efendim kızlar mini etek (erkek baskısından toplumdaki kadınların yüzde kaçı mini etek giyerek dolaşıyorsa o da ayrı konu) giyiyormuş ve onların bunu yapması onu günaha sokuyormuş, onlar yüzünden dinini yaşayamıyormuşş (bu arada bugüne kadar oruç tutuyor, namaz kılıyor diye öldürüleni duymadım ama oruç tutmuyor diye öldürüleni duydum) !!! İşte bakın olay buralara gelecek, mini etek giymesin kadınlar, pantolon da giymesinler, kadınlar açık gezmesinler, kadınlar çarşafla gezsinler, kadınlar yüzlerini de kapatsınlar, kadınlar konuşmasınlar, kadınlar dışarı çıkmasınlar, nefes almasınlar... Uzar da gider bu liste, biz yaptık olduyla bu işler olmaz. Kadının adı zaten yok ülkemde, tamamen silmeye çalışıyorlar. Kürtaj olmak hiçbir kadının hayali değildir, ilk önce bunu kesin olarak belirteyim, bazıları anlamıyor, anlamamakta ısrar ediyor da sanki kadın çocuğunu aldırmaya güle oynaya, şıkıdım şıkıdım gidiyor gibi bir izlenim yaratılmaya çalışılıyor. Şimdi empati yapamayanlara şu şekilde anlatmak istiyorum, düşünün ki bir yasa çıkarılıyor ve yasa şöyle diyor: 2 çocuktan çok çocuğu olanlar yeni bir bebek sahibi olamaz, kadın hamile kalırsa bebek tıbbi yöntemlerle alınır ya da doğurduysa o bebek öldürülür. İşte bu yasayı kabul ediyorsanız, o yasayı da kabul edersiniz. Bir ailenin, bir çiftin, bir kadının çocuk sahibi olup olamayacağına siz müdahale E DE MEZ Sİ NİZZ!!
Yazıyı yazarken ellerim titriyor sinirden, umarım bir şeyleri doğru ifade edebilmişimdir. Bu sadece bir adım, yeterince derine çektiler bizi, batmamıza az kaldı. Belki de birlikte verebileceğimiz son tepki, sonra herkes susmuş olacak.
https://www.facebook.com/events/115839055220881/

“Naziler komünistleri alırken sesimi çıkarmadım, 

 Evet, ben bir komünist değildim. 
 Sosyal demokratları hapsettiklerinde sesimi çıkarmadım, 
 Evet, bir sosyal demokrat değildim. 
 Sendikacıları almaya geldiklerinde sustum, 
 Evet,  ben bir sendikacı değildim. Benim için geldiklerinde ise, 
 Buna karşı çıkabilecek kimse kalmamıştı"
Martin Niemöller (Alman Papaz)

29 Mayıs 2012 Salı

A Moment to Remember ve The Skin I Live In

İzlediğim son iki film. Aslında the skin i live in'i izleyeli oldu ama yazmaya vakit bulamadım. A moment to remember'ı dün akşam izledik. İkisi hakında da olumlu yorumlar duymuştum. Gerçekten denildiği kadar varlardı, çok beğendim, çok etkilendim. İkisini de pür dikkat izledim kısacası. Zaten bir filmi beğenmezsem ya çeneme vurur sürekli konuşurum yanımdaki de izlemekten vazgeçer ya da uyumaya başlarım.

The skin i live in'de Antonio Banderas başrolde, ona  Elena Anaya eşlik ediyor ki çok hoş bir bayan kendisi. Filmde başarılı bir plastik cerrah olan Robert Ledgard'ın (Antonio Banderas) eşinin yüzü bir araba kazasında yanıyor ve Robert eşi için bir yüz geliştirmeye çalışıyor; ancak eşi yanmış yüzünün yansımasını pencere camında görüyor ve intihar ediyor. Bu intiharı kızları görüyor ve bu onda bir travma yaratıyor. Gel zaman git zaman kızları büyüyor ancak biraz sorunları var ve psikologla görüşmeye devam ediyor. Psikoloğun tavsiyesiyle kızının sosyalleşmesini isteyen Robert onu akranlarının bulunduğu bir ortama götürüyor. İzlemek isteyenler için burdan sonrasını anlatmayayım. Biraz Old Boy'u anımsatan bir film, ilginç bir intikam söz konusu. İzlerken şaşırıyorsunuz. Tavsiye edilir. 


A moment to remember'a gelirsek, çok duygusal, çok güzel bir filmdi. Kore sinemasını beğenirim. Hem Kore kültürü hakkında bazı şeyler öğrenmek hem de farklı konularla karşılaşmak  hoş oluyor. Amerikan filmleriyle zehirlenmiş bünyeye bazen Kore sineması bazen İran sineması ilaç gibi geliyor:)) Filmimize dönecek olursak; güzel bir kızımız var burda da, evli bir adamla ilişkisi olmuş ve adam bunu yarı yolda bırakmış, bunu atlatmaya çalırken, yakışıklı bir ustabaşı ile tanışıyor. Onun umursamaz tavırları, kızı etkiliyor ve ustabaşının ilgisini çekmeye çalışıyor ve sonunda ustabaşı da kıza kayıtsız kalamıyor ve birbirlerine aşık oluyorlar. Evlenmeye karar veriyorlar, başta kızın ailesi bu evliliği istemiyor ama kızın üzülmesine dayanamayarak evlenmelerine izin veriyorlar. Aşık olmaları, evlenmeleri filmin ilk bir saatinde gerçekleşiyor ve ben de iyi de adamlar iki saat ne çekmiş olay bitti ki derken kız hastalanıyor ve olaylar burda trajikleşiyor. Zaten ondan sonra gözyaşlarınızı tutamıyorsunuz. Romantik film sevenlere özellikle tavsiye ederim.




18 Mayıs 2012 Cuma

İNCİR KUŞLARI - SİNAN AKYÜZ

90lı yıllarda ben çocukken, iki savaş hatırlıyorum. Birisi Irak ve Amerika arasındaki Körfez Savaşı ve bir diğeri de Sırpların Boşnaklara karşı yürüttüğü etnik temizlik... Bizden uzak, uzak olması gerektiğini düşündüğüm; Türk askerlerinin sırayla sınırda nöbet tutarak, içeriye girmesine izin vermeyeceği bir şeydi savaş o zamanlar benim için. Hatta televizyonda haberler uzun sürdüğü için sinir olmuştum o günlerde, benim çizgi filmimden daha mı önemliydi savaş, hem de gece karanlığındaki ses çıkaran yeşil ışıklar o kadar da kötü görünmüyordu; onların gittiği noktalarda ocaklara ateşler düşürdüğünü, çocukları annesiz-babasız, anneleri kocasız, insanları uzuvsuz bıraktığını bilmiyordum. Bilmiyordum ama oradaki minicik yaşıtlarım biliyordu bunları. Şimdi büyüdüm ve savaşın ne anlama geldiğini, nelere yol açabileceğini biliyorum ama hala buna insanların nasıl sebep olabildiğini anlamıyorum, anlayamayacağım hiçbir zaman. Bu hırsın kime fayda sağlayabileceğini, paranın temel yaşam maddesi olmadığının neden düşünülmediğini anlayamayacağım. Hele ki renk, ırk, din, mezhep kisvesi altında çıkarılan savaşlar ve buna kanan insanlar da var ya bu dünyada... 

İncir Kuşları'nda, Bosna'da Boşnaklara karşı yürütülen soykırım konu ediliyor. Ben daha önce bu konuyla ilgili Sevdalinka'yı (Ayşe Kulin) okumuş ve çok etkilenmiştim. Bu kitapta da Suada ve Tarık'ın aşkı çevresinde Bosna'da yaşanılan dram anlatılıyor. Açıkçası kitabın ilk kısmı beni çok sarmadı. Yazarın diğer kitaplarını okumadım ama ben kitabın ilk kısımlarını biraz acemice buldum. Bence Tarık ile Suada'nın aşkı çok aceleye gelmiş, aniden samimileşmeleri çok yüzeysel olmuş, Suada'nın teyzesinin tarih konusunda bilgi vermesi çok çiğ kalmış, tarihle ilgili ayrıntılar çok göze sokulmuş, tarih kitabı okurmuş gibi geldi bana, ha bir şeyler öğrenmedim mi tabi ki öğrendim, bir de Suada'nın güzelliği sürekli dile getiriliyor, bu da rahatsız etti beni, son olarak da annesiyle babasına yakın bir mesafede (80 kilometre civarı) oturmalarına rağmen ne zaman birbirlerini görseler gözyaşlarına boğulmaları gerçeklikten uzak geldi. Ama sonraki bölümler gayet iyiydi, belki de yazar da hemen konuya girmek istediği için o kısımlar biraz üstünkörü geçmiştir kimbilir? Savaş başladıktan sonra ise ben kitabın sonuna nasıl geldim anlamadım. Okurken çok kötü oldum. O insanların yaşadıklarını yüreğimde hissettim. Bunların kurgu değil her savaşta yaşanan şeyler olduğunu bilmek beni daha çok etkiledi. Bitirdiğimde yüreğimde bir taş varmış gibi hissettim. Birkez daha hala özgür bir ülke olduğumuza şükrettim. Birkez daha bizim için kendilerini feda eden atalarımıza şükrettim.

14 Mayıs 2012 Pazartesi

YENİ MİMİM:))




Sevgili Biricit beni mimlemiş, bir kitap sever olarak tam bana göre bir mim olmuş.

1.Ne sıklıkla kitap okursunuz?
Her gün kitap okumaya çalışırım. Yatmadan önce ya da otobüste, bazen kitap çok sararsa vakit bulur bulmaz okurum. 
2.En sevdiğiniz yazar/lar?
Reşat Nuri, Kemal Tahir, Adalet Ağaoğlu, Necati Cumalı, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Ayşe Kulin, Elif Şafak, Murathan Mungan daha da var ama şimdilik aklıma gelenler bunlar.
3.En beğendiğin Kitap/lar?
Çalıkuşu, Anayurt Oteli (Yusuf Atılgan), Üç Aynalı Kırk Oda (Murathan Mungan), Sefiller, Vadideki Zambak, Baba ve Piç...
4.(Yerli/yabancı) hangi yazarların kitaplarını daha çok tercih edersin?
Her yazarı okumaya çalışırım. Önemli olan konu ve yazarın üslubu.
5.Bugüne kadar en beğendiğin kitap serisi?
İnce Memed (Yaşar Kemal)
6.Daha çok hangi tarz okumaktan hoşlanırsın?
Genelde roman okumayı severim.
7.En son hangi kitabı okudun?
Elif Şafak-İskender
8.Şu anda hangi kitabı okuyorsun?
İncir Kuşları (Sinan Akyüz)-Çok beğendiğimi söyleyemeyeceğim, kitapla ilgili yorumlarımı kitap bittikten sonra bloğumda yayınlayacağım.
9.Kitap blogları hakkında ne düşünüyorsun? Yeterli mi?
Birkaç kitap bloğunu takip ediyorum. Tabii ki kitaplara dikkat çekmek açısından oldukça yararlı. 
10.KİTAP OKUMAK sizin için ne ifade ediyor?(cevabını en çok merak ettiğim soru)
Kitap okumak yeni bir hayat yaşamak bence. Kitap okurken başka bir dünyadaymışım gibi hissediyorum. Hele de tasviri kuvvetli bir yazarın kitabıysa okuduğum, birden kendimi olayların içinde buluyorum. Çevremdeki sahne değişiyor ve kitapta yazan yerde oluyorum. Kitap okumanın zevki ve tadı bende her zaman ayrıdır.

8 Mayıs 2012 Salı

BIUTIFUL

Javier Bardem'in oynadığı filmleri çok seviyorum. Hem oyunculuğu hem de tipi sıradışı. Biutiful filmini bir arkadaşımız tavsiye etmişti ve birkaç gün önce izleme fırsatı bulabildik. Film Barcelona'da geçiyor. Uxbal (Javier Bardem) yasadışı işler yapan bir adam. İki tane çocuğu var. Çocuklara kendisi bakıyor, çünkü karısının yolu yol değil. Birgün kanser olduğunu ve çok fazla zamanının kalmadığını öğreniyor. O andan sonra gözünün arkada kalmaması için elinden geleni yapıyor. Filmde, baba olma, sevgi, pişmanlık, fedakarlık hepsi bir arada.Film hayattan bir kare sunuyor, Uxbal'ın çıkmazını, çırpınışını izlerken derinden etkilenmemek mümkün değil. Uzun bir film ama gerçekten geçen zamanınıza değiyor. Duygulanmadan izlemeniz mümkün değil, kesinlikle tavsiye ederim.

6 Mayıs 2012 Pazar

İSKENDER

İşte en son okuduğum Elif Şafak romanı, aynı Baba ve Piç'i okuduğum gibi hızla okudum ve her anını merak ettim. Çok fazla vaktimin olmamasına rağmen otobüste ve uyumadan önce okuyarak kitabı bitirdim. Yine Elif Şafak çarpıcı bir konu seçmiş: "Namus cinayeti". Bu cinayetin çevresinde; kişilerin hayatları, hayatla mücadeleleri, iç çatışmaları yer alıyor. Soluksuz okudum denilebilir ama yine Baba ve Piç romanında olduğu gibi sonu yeterince tatmin edici gelmedi. Tam olarak ne eksik bilemiyorum; belki de kitabın başında hissetmiş olduğum heyecanı tamamlayacak kadar bir son bulamadım ama yine de çok sürükleyici ve anlamlı bir kitap.